21 Mayıs 2017 Pazar

Prof. Dr. Yalçın Küçük’ten ‘Kürtler Üzerine Tezler’


Prof. Dr. Yalçın Küçük (1938-)[1], yeni nesil araştırmacılarca son yıllarda yaptığı medyatik açıklamalar ve oluşturduğu garip komplo teorileriyle tanınsa da, aslında geçmişte birçok bilimsel esere imza atmış önemli bir bilimadamıdır. İleri düzeyde Rusça bilen Küçük, dünyanın en önemli Sovyetloglarından biri kabul edilmektedir. Nitekim Küçük’ün Sovyetler Birliğinde Sosyalizmin Çözülüşü adlı eseri, birçok farklı dile çevrilmiş ve en saygın üniversitelerde bile ders kitabı olarak müfredata dahil edilmiştir. Kürt tarihi ve Kürt Sorunu konusunda da birçok eser veren Küçük’ün bu konudaki en ciddi bilimsel eseri ise Kürtler Üzerine Tezler’dir.[2] İlk baskısı Başak Yayınları tarafından 1990 yılında yapılan kitap, Küçük’ün literatürdeki tüm önemli eserleri inceledikten sonra kaleme aldığı ve PKK lideri Abdullah Öcalan’la yaptığı görüşmelerden de bölümler içeren son derece ilginç bir eserdir. Elbette Küçük’ün Marksist siyasal duruşu nedeniyle kitabın siyasal çizgisi eleştiriye fazlasıyla açıktır. Buna karşın, kitapta Kürtlerin tarihi ve PKK terörü hakkında yer alan bilgiler de yabana atılamayacak kadar önemlidir. Bu nedenle, bu yazıda bu kitaptan bazı önemli bölümleri yeni nesil araştırmacılar için özetlemeyi planlıyorum.

Kürtler Üzerine Tezler

4 bölümden oluşan 445 sayfalık kitabın ilk bölümü “Kürtlerin Mücadele Tarihi” olarak adlandırılmıştır. Bu bölümde, Yalçın Küçük, Kürt tarihi konusunda yazılmış bazı önemli eserlere de referans vererek Kürtlerin tarihi hakkındaki bulgularını okurlarla paylaşmaktadır. Türkiye’de Kürtlerin Türklerden ayrı bir millet olduğunu cesurca ifade eden ilk kişilerden birisi olan İsmail Beşikçi’yi “Türklerin onuru” olarak nitelendiren Prof. Dr. Yalçın Küçük’e göre; Türk halkının, -destek versin veya vermesinler- Kürt halkının istek, özlem ve taleplerini bilmeye hakları vardır. Ancak Türk devleti, Cezayir’de Ben Bella’nın ne istediğini halkına duyuran Fransa’nın veya İrlanda Cumhuriyet Ordusu – IRA’nın ne için savaştığını kendi halkına anlatan Birleşik Krallık’ın aksine, uzun süre bu konuları “tabu” olarak değerlendirmiş ve bilgi akışına engel olmuştur. Neyse ki, Küçük’ün bu kitabı yazdığı 1980’lerin sonu ve 1990’ların başında Türk medyası ve akademisinde büyük bir canlanma gözlemlenmiş ve popüler gazeteci ve televizyoncu Mehmet Ali Birand’ın PKK lideri Abdullah Öcalan’la yaptıkları röportajdan sonra (ki sonradan Doğu Perinçek ve Fatih Altaylı gibi gazeteciler de benzer röportajları gerçekleştirmişlerdir), Türkiye’de bu gibi konular daha şeffaf ve sağlıklı bir zeminde tartışılır olmuştur. Küçük, bu konu nedeniyle defalarca yargılanmasına karşın, bir bilimadamı haysiyetiyle araştırma yapmaya devam etmiş ve yazdıklarının sadece kendisini bağladığını ifade etmiştir.

ABD’nin her zaman için bir “Büyük Kürdistan” projesinin olduğunu da belirten Küçük’e göre; bir dönem yasaklı hale gelen “Kürdistan” sözcüğü, aslında Türkler tarafından Kürtlerin yoğun olarak yaşadıkları bölgelere Selçuklu Devleti zamanında verilmiş bir isimdir. Farsça bir sözcük olan “istan”, bulunulan yer ve yurt anlamına gelmektedir. İlk ve en önemli Kürdologlardan Vladimir Minorski’nin İslam Ansiklopedisi için Fransızca olarak yazdığı “Kürdistan” makalesini özetleyen Küçük, Minorski’nin Kürdistan teriminin Osmanlı zamanında bir eyalet ismi olarak kullanıldığını yazdığına dikkat çekmiştir. Ancak Kürdistan’ın sınırları daima tartışma konusu olmuştur; çünkü bu bölgede bir de Ermenistan vardır. Kurmanci ve Sorani olmak üzere iki temel lehçeye sahip olan Kürtçe ise, temelde Farsça orijinli bir dildir. Dolayısıyla, 12 Eylül 1980 darbesi sonrasında Türkiye Cumhuriyeti devletinin bir dönem resmi tez olarak ileri sürdüğü “Kürtler dağ Türkleridir” görüşünün hiçbir geçerliliği ve dayanağı yoktur. Zira Türkçe Ural-Altay dil ailesinden, Kürtçe ise Hint-Avrupa dil ailesinden kaynaklanmaktadır. Kürtçe ile Farsça arasında birçok benzerlik de bulunmaktadır. Sorani, Süleymaniye ve Mahabad’da konuşulduğu için Kürtçe’nin bir bakıma üstün lehçesidir. Zazaca ise çoğunluk görüşüne göre Kürtçe’nin dışında bir dildir. Araplar da Kürtleri Türklerden farklı olarak görmüş ve Türkleri aşağılamak için “etrak-ı bi idrak” (idraksiz Türkler), Kürtler içinse “ekrad” sözünü kullanmışlardır. Ancak bir kısım Kürt milliyetçilerinin öne sürdüğü Kürtlerin tarihinin Urartu ya da Medlere dayandığı tezi de Küçük’e göre abartılı ve yanlıştır. Önemli Kürdologlardan olan Minorski, Martin Van Bruinessen ve Rusya’nın Urmiye Konsolosu Nikitin de, eserlerinde Kürtlerin İrani bir halk ve Kürtçe’nin Farsça temelli bir dil olduğu görüşünü savunmuşlardır. Yalçın Küçük’e göre, bir Kürt tipinden söz etmek de hayli zordur. Çoğunlukla Sünni-Şafi olan Kürtler, tarih boyunca birçok milletle karıştıkları için, tipleri de hayli değişmiş ve farklılaşmıştır. Ancak Kürtlerin bazı sosyal özellikleri yüzyıllardır hiç değişmemiştir. Örneğin, feodalizm, Kürt halkının iliklerine kadar işlemiştir. Nitekim, büyüklere saygı, Kürt sosyal hayatında en önemli kuraldır. Aşiretler ve tarikatlara dayalı sosyal örgütlenmeler de Kürtler arasında çok yaygın ve önemlidir. Bu nedenle, tarih boyunca Kürt birliğini sağlamak çok zor olmuş ve Kürtler genelde birbirleriyle savaşmışlardır. Kürtler arasında en güçlü tarikatlar Nakşibendi ve Kadiri tarikatlarıdır. 20. yüzyılda ise, Kürtler arasında milliyetçi hareketler yavaş yavaş gelişmeye başlamıştır.

Küçük’e göre, Kürt tarihine en fazla etki eden Osmanlı-Türk liderleri ise İkinci Mahmut, İkinci Abdülhamid ve Mustafa Kemal Atatürk’tür. İkinci Mahmut, Sovyet Kürdolog Lazarev’in ifadesiyle “Kürdistan’ın ikinci zaptı”nı gerçekleştirmiş ve Osmanlı’nın merkezi otoritesini yeniden tesis etmiş bir Sultan’dır. Mahmut, istediği sonuca Hafız Paşa’nın seferleri sayesinde ulaşmıştır. Bir diğer Sovyet Kürdoloğu Hasretyan da bu görüşü destekler ve 1837-1840 döneminde yapılan Osmanlı seferleriyle bağımsız Kürt emirlerinin tasfiye edildiğini yazar. Mahmut’un ilerici olup olmadığı tartışmalı bir konu olsa da, Marksist şablonda feodal yapıyı tasfiye ederek merkezi devleti güçlendirmesi, onu ilerici bir noktaya taşımıştır. Bu yönüyle, İkinci Mahmut, İngiltere’deki 8. Henry ve Rusya’daki Büyük (Deli) Petro ile benzerlik gösterir. Mahmut’un torunu olan İkinci Abdülhamid de, dedesi gibi Kürt ayrılıkçılığı ile uğraşmak zorunda kalmış olan bir Padişah’tır. Abdülhamid, Küçük’e göre, kişisel olarak vesveseli bir insan olsa da, siyasette oldukça cesur ve yenilikçidir. İslamcı ve Türkçü olan Abdülhamid, bu bağlamda Yalçın Küçük’ün düşüncesinde Türkçü ve İslamcı olan İttihatçılardan ayrışmaktadır. Abdülhamid, Kürtleri İslam birliği içerisinde tutmayı hedeflemiştir. Ona göre, Kürtlerle savaşmak yerine Kürtleri kullanmak daha akılcı bir yoldur. Bu nedenle, Kürtlere Kürtlükleri unuttularak, Müslüman kimliği altında Osmanlı Ordusu ile birlikte Ruslara ve Ermenilere karşı durmaları istenmiş ve bu da büyük ölçüde başarılmıştır. Mustafa Kemal de, ilginç bir şekilde Enver Paşa’dan çok Abdülhamid’e yakındır. Zira Kürt Şeyhlerini Kurtuluş Savaşı’nda kullanması, Abdülhamid’in politikalarıyla birebir benzerlik gösterir ve Enver’den farklılaşır. Ancak Kürt ayaklanmaları sonrasında Mustafa Kemal de daha Türkçü bir çizgiye yönelmiştir. Yine de, Kürtlerle savaşmak ya da Kürtleri dışarıda tutmak yerine Kürtleri kendi tarafında tutmaya çalışması, Atatürk’ü Abdülhamid’in devamı haline getirir. Ancak İttihat ve Terakki hareketi içinde Kürt etkisi daha sınırlıdır. Aslında başlarda hareketin kurucuları arasında yer alan ilk dört kişiden ikisi (Abdullah Cevdet ve İshak Sükuti) Kürttür. Ancak zamanla “Kürt Kulüpleri” kapatılır ve İTC, daha Türkçü bir çizgiye yönelir. Sonuç olarak, Yalçın Küçük’e göre, İkinci Mahmut, İkinci Abdülhamid ve Mustafa Kemal’in Kürt politikaları aşağı yukarı aynıdır: Kürtleri karşı tarafa kaptırmamak ve Kürtlüklerini bastırarak tek millet çatısı altında tutmak.

Hamidiye Alayları da Kürt tarihi açısından ilginç bir konudur. Hamidiye Alayları, merkezde Abdülhamid’in özel muhafızlığını görevini, doğuda ise Ermenileri sindirme görevini üstlenmiş olan özel bir birliktir. Abdülhamid, Kürtleri ezmek yerine onları kendi tarafına çekerek kendisi için savaştırmak istemiştir. Kurdurduğu Aşiret Mektepleri ile kendi makbul Kürdünü yetiştirmiş ve devlete bağlı bir Kürt profili yaratmak istemiştir. Bu dönemde yapılan çalışmalar kısa zamanda sonuç vermiş ve Kürtlerin Ermeniler ve Ruslarla birlikte Osmanlı’ya karşı savaşmasının önüne geçilmiştir. Ancak Hamidiye Alayları’nın Ermeni katliamlarında önemli rolleri de olmuştur. Nitekim Ermeni kökenli Amerikalı Louis Nalbandian’ın doktora tezinde bu konu detaylı olarak işlenmiştir. Hamid’in Aşiret Mektepleri’nin bir diğer sonucu da, Kürt asillerinin çocuklarını farklı aşiret ve tarikat kimlikleriyle yetiştirmesi ve bu sayede olası bir Kürt birliğinin doğuşuna engel olmasıdır.

Kürt Sorunu, ayrıca yüz yılı aşkın bir süredir artık Osmanlı-Türkiye’nin bir iç meselesi olmaktan çıkmış ve bir uluslararası konu haline gelmiştir. Bu noktada, Kürt Sorunu’nun gidişatının anlaşılmasında en önemli etken ise, yeni kurulan Bolşevik rejimin 1920’lerin başlarından itibaren İngiltere ve Batı emperyalizmine karşı Mustafa Kemal'i büyük bir kurtarıcı olarak görmesi ve Kemalistleri desteklemesidir. Her ne kadar Şeyh Said İsyanı’ndaki İngiliz etkisi bilimsel olarak ispatlanamasa da, Rusya’nın perspektifinde Osmanlı’yı yıkmaya çalışan hareketlerin arkasında daima İngiltere vardır ve Anadolu’nun İngiliz emperyalizminin etkisi altına girmesi olumsuz bir gelişmedir. Bu nedenle, Moskova, Kürt Sorunu konusunda Ankara’yla uyumlu hareket etmeyi daha uygun görmüştür. Türkiye de, zaman içerisinde hak iddia ettiği Musul’dan vazgeçerek, üzerindeki İngiliz baskısını biraz olsun kırabilmiş ve kendi güneydoğusunda bir Kürdistan devletinin kurulmasına da bu sayede engel olabilmiştir. Nitekim Sevr’de yer alan bu öneri, Lozan görüşmelerinde gündeme dahi gelmemiştir. İngiltere, zamanla güneyde bağımsız bir Kürt devleti fikrine de olumsuz bakmaya başlamıştır. Süleymaniye’de kendisini Kürdistan Kralı ilan eden Mahmut Berzenci’ye yönelik suçlamalar ve Bağdat’a verilen destek, bunun açık kanıtlarıdır. Hatta Britanya Hava Kuvvetleri, Mayıs 1924’te Süleymaniye’yi bombardımana bile tutmuştur. Fransız araştırmacı Kutschera’ya göre, bu bombalamayı en çok eleştirense Türkiye olmuştur. Görüldüğü üzere, Kürt Sorunu daha bir asır önce bile uluslararası bir meseledir. Bugün de. Kürt Sorunu’nu Türkiye’nin sadece iç dinamikleriyle çözmesi kolay değildir; zira Kürtler, Türkiye dışında Irak, Suriye ve İran gibi farklı ülkelerde de yaşamaktadırlar ve bu konuya dahil olan  birçok büyük devlet bulunmaktadır. 

Yalçın Küçük’e göre, Kürt mücadelesinde iki temel unsur bulunmaktadır. Birincisi, Kürt isyanlarının hep yabancı bir güce dayanarak gelişmesidir. Bunun nedenleri konusunda feodal kimliğin milli birliği engellemesi, Kürtlerin ekonomik açıdan çok gelişmiş bir halk olmaması vs. gibi birçok konu sayılabilir. Bu nedenle, tarih boyunca Kürtleri kullanmak isteyen güçler, onları farklı yönde hareket etmeye yönlendirmeye çalışmışlardır. PKK hareketine Sovyet Rusya’nın geçmişte verdiği destek ve günümüzde Suriye ve Irak’taki Kürt yapılanmalarına ABD’nin verdiği destek, geçen yıllar içerisinde durumun Kürtler açısından pek de değişmediğini göstermektedir. İkinci unsur ise, Kürt isyan hareketlerinin ya otonomi (özerklik), ya da bağımsızlık amacıyla ortaya çıkmasıdır. Bunlar arasında özerklik (otonomi) talebi çok daha yaygındır. Yakın zamana kadar KDP’nin (Kuzey Irak’taki Kürdistan Demokratik Partisi) temel siyasi hedefi özerklikle sınırlı kalmış ve Kürtler üzerinde epey etkili olmuştur. PKK ise, kuruluşu itibariyle aslında Kürt bağımsızlığını hedefleyen bir çizgidedir. Ancak yakın geçmişte, yapılan resmi açıklamalar ciddiye alınırsa, PKK’nın da bağımsızlık görüşünden vazgeçtiği anlaşılabilir. Özerkliğin bağımsızlığa kıyasla Kürtler arasında daha popüler olmasında İdris-i Bitlisi’nin tarihsel mirasının ve feodal düzene bu yapının daha uygun olmasının da rolü yadsınamaz. Bugün Suriye Kürtlerinin oluşumları YPG ve PYD’nin de basına açıkladıkları resmi tezleri bağımsızlık değil, özerkliktir. Ancak birçoklarına göre, bu, stratejik bir adımdır ve temel hedef özerklik sonrasında bağımsızlığı elde edebilmektir.

Kitabın ikinci bölümünün ismi “Kürtlerin Oturduğu Yer: Kürdistan” şeklindedir. Bu bölüme sırf Kürdistan sözünü kullandığı için yüzlerce akademisyen ve araştırmacının geçmişte yargılandıklarını hatırlatarak başlayan Yalçın Küçük, oysa bu ismi bölgeye Türklerin -Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde- verdiğini yinelemektedir. Türkiye’de sanık olmak ve devlete karşı mücadele vermenin bir kamu görevi olduğunu iddia eden Yalçın Küçük, bu bölümde adeta Siyaset Bilimi ve Tarih derslerine çevirdiği DGM’lerde yaptığı savunmaları anlatmakta ve bu savunmalarında kullandığı tezleri açıklamaktadır.

Kitaptaki üçüncü bölüme, Prof. Dr. Yalçın Küçük, “Bekaa Vadisi’nde Kürtler” adını vermiştir. Bu bölümde, Küçük, PKK kontrolündeki Bekaa Vadisi’ne yaptığı ziyarette yaşadığı olayları ve yaptığı gözlemleri kaleme almıştır. Kendisi bir Kıbrıs gazisi olan ve savaşa oldukça alışkın cesur bir kişi olan Yalçın Küçük, Kürt coğrafyasını da Bekaa’dan başlayarak Beyrut’a kadar gezdiğini ve PKK’nın nasıl bir örgüt olduğunu çok iyi anladığını belirtiyor. PKK lideri Abdullah Öcalan’dan “Abdullah Kardeşim” diye bahseden ve tarafsız olmadığını kabul eden Küçük, bu ziyaretleri sırasında Öcalan’la saatlerce ve günlerce ve her konuda sohbet yapma şansı bulduğunu belirtmiştir. Bütün konuşmalarının video ile kaydedildiğini ve herşeyin şeffaf bir zeminde gerçekleştiğini de belirten Küçük, PKK kamplarında bulunan herkesin -Olağanüstü Hâl Valisi Hayri Kozakçıoğlu’nun da belirttiği gibi- Türkçe bilmediğini ve PKK’nın daha 1980’lerin sonundan itibaren farklı ülkelerdeki Kürtleri bünyesinde toplayan bir örgüt haline geldiğini belirtiyor. Buna karşın, örgütün asıl kaynağının Türkiye Kürtleri olduğunu belirten Küçük, örgüt üyeleri arasında küçük çocukların da olduğunu yazmıştır (Bugün de PYD’ye çocuk asker kullandıkları yönünde uluslararası kuruluşlardan ciddi eleştiriler gelmektedir). Öcalan’la 1989 yazında görüştüğünü belirten Yalçın Küçük, kitabının bu bölümünde daha önce de yayınladığı Öcalan röportajlarını bir araya getirmiştir. Bu görüşmeler, Küçük’ün Kürt Bahçesinde Sözleşi[3] adlı eserinde de bulunabilir. Bu nedenle, bu yazıda bu görüşmelerin detayına girmeyeceğim. Meraklı okurların ise kitabı satın almalarını teşvik ediyorum.

Kitabın dördüncü ve son bölümünün başlığı ise “Resmi Kürt Tarihleri” şeklindedir. Bu bölümde, Prof. Dr. Yalçın Küçük, farklı devlet kurumlarının Kürt tarihinin oluşumda oynadıkları rolü ifşa etmektedir. Örneğin, Amerikan Merkezi Haberalma Ajansı – CIA, ABD’de iç ve dış politikanın oluşturulmasında en etkili kurumlardan birisidir. CIA, Türkiye’de sanıldığı gibi sadece bir istihbarat kuruluşu değildir; adeta bir araştırma üniversitesi gibi araştırmalar yapan ve bilimsel analizlerle geleceğe Amerikan çıkarları açısından yön vermeye çalışan etkili bir kurumdur. CIA’in ABD’nin Kürt politikası üzerindeki etkisi de son derece büyüktür. Dolayısıyla, ABD Başkanları bile her konuda tek başlarına karar alamazlar. Ayrıca RAND Corporation, Küçük’e göre ancak birkaç büyük üniversitenin erişebileceği bilgi kapasitesine sahip çok önemli bir Amerikan düşünce kuruluşudur. Hoover Enstitüsü (Hoover Institute) de ABD’deki bir diğer etkili think-tank’tir. Türkiye’de de benzer şekilde Milli İstihbarat Teşkilatı – MİT’in resmi politika oluşturulmasındaki etkisinden söz edilebilir. MİT, özellikle sol örgütler ve Kürt hareketine karşı politikaların oluşturulmasında en önemli kurumlardan birisidir. MİT’i geçmişte yapılanlar nedeniyle bir işkence makinası olarak düşünmek yanlıştır; zira bu kurum, Türkiye’nin en parlak beyinlerini bir araya getiren ciddi bir araştırma birimidir. Ancak MİT’in CIA ile rekabet edebilmesi henüz imkansızdır; zira MİT’in Genelkurmay ve siyasi iradeden bağımsız hareket edebilmesi halen bile oldukça zordur. Hatta MİT’in tepe kadrosunda -o dönemde- birçok asker kökenli kişi bulunmaktadır. Bu nedenle, MİT, CIA’in aksine, hiçbir zaman araştırma ve yöntemlerinde tamamen bağımsız ve özgür hareket etmesine izin verilebilen bir yapıda olmamıştır. Nitekim Kürt politikası konusunda Genelkurmay’ın da ciddi bir etkisi ve birikimi vardır. Genelkurmay Harp Tarihi Başkanlığı tarafından Kürt ayaklanmaları konusunda yazılan ciddi araştırmalar da vardır. Elbette bu noktada temelde resmi görüşün savunulması-doğrulanması amacı güdülmüştür; ancak yine de bu tip eserlerde bilimsel açıdan önemli bilgiler de bulunabilir.

Bu bölümün sonraki sayfalarında Kürt Sorunu ve genel olarak Kürtler konusunda Türk Resmi Tarih tezini incelemeye başlayan Yalçın Küçük, Musul sorununda resmi tarihin şu 3 anlayış üzerine kurulu olduğunu iddia eder: 1-) Musul halkının çoğunluğu Kürttür, 2-) Kürtler, Türk idaresi altında yaşamayı sever ve tercih ederler, 3-) Bir plebisit yapılacak olursa bu durum kolaylıkla görülebilir. Küçük’e göre, Şeyh Said İsyanı’ndan başlayarak Kürt isyanlarında elbette Kürtçülük ve İslamcılık ideolojilerinin etkileri görülebilir. Ama onlar kadar önemli olan bir diğer faktör de dönemin sefaletidir. Okul ve yol yapılması konusunda son derece geri kalan o bölge, bugün de dikkat edilirse Türkiye’nin en geri kalmış/bıraktırılmış bölgesidir. İsyanın (Şeyh Said Ayaklanması) önceden bilinip bilinmediği de tarihi açıdan tartışmalı bir husustur. Prof. Dr. Yalçın Küçük’ün bu bölümde Kürtlerin geleceğine dair yaptığı bazı öngörüler ise şöyledir:
  • Aşiretçilik ve dil ve lehçe farklılıkları, Kürtlerin bir ulus olarak hareket etmesini daima zorlaştıracaktır.
  • Gelecekte de Kürtlerin kendi kaderlerini tayin haklarına sahip olmaları zayıf bir ihtimaldir; zira özellikle İran’da bu yöndeki hareketler devlet gücüyle bastırılacaktır. Türkiye, Kürtlere daha geniş kültürel haklar tanıyabilir ama Ankara’nın da Kürtlere özerklik vermesi çok zordur. Irak hükümeti de baskı politikalarıyla Kürt kimliğini bastıracaktır. Suriye’de ise, hükümet karşıtı bir hareketin gelişmesi zordur.
Görüldüğü üzere, aradan geçen neredeyse 30 yıllık zaman Yalçın Küçük’ü haksız çıkarmış ve Kürtler, özellikle Suriye ve Irak’ta beklenenden çok daha iyi noktalara gelmişlerdir. Irak’ta özerklik sahibi olan Kürtler, bugün tam bağımsızlık için çaba göstermektedirler. Suriye’deki iç savaştan en kârlı çıkan grup olan Suriye Kürtleri de, ABD’nin aktif ve Rusya’nın pasif desteğiyle bir anda özerklik ve bağımsızlık konusunda iddialı bir noktaya taşınmışlardır. Onların meşrulaşmasında, barbar IŞİD (Irak-Şam İslam Devleti) karşısında savaşan en aktif grup olmaları sebebiyle dünya kamuoyundan büyük destek almaları ve sempati toplamaları da çok önemli bir unsurdur. Dolayısıyla, Yalçın Küçük’ün öngörüleri bu noktada Soğuk Savaş’ın baskıcı ulus-devlet mekanizmaları ve blok politikalarının devam edeceği öngörüsüne dayandığı için yanlışlanmıştır. Ancak bundan sonrası için de, bağımsız bir Kürt devleti ya da devletlerinin kurulup kurulamayacağı konusu henüz netleşmiş değildir. Elbette şurası bir kesin gerçektir ki, ilerleyen on yıllarda mutlaka bir Kürt Devleti kurulacaktır. Ancak bunun nerede, nasıl ve hangi boyutta olacağı şüphesiz henüz belirsiz bir konudur. Zira Kürtlerin nüfusu Yalçın Küçük’ün bu kitabı yazdığı dönemde 12 milyon civarında ifade edilirken, bugün bu sayı 30-35 milyonu bulmuştur. Ayrıca Kürtlerin sosyoekonomik ve sosyokültürel seviyeleri de hızla gelişmektedir. Kürtlere stratejik destek veren ülkelerin sayısı da hayli fazladır. Bölgede İslamcı hükümetlerin yükselişi ve yaygın anti-Siyonizm akımı nedeniyle, Kürtler, Batı ve İsrail nezdinde bölgede desteklenen ilerici bir aktör durumuna gelmişlerdir. Türkiye’nin İslamcı ve demokrasi-dışı politikalarla Batı nezdinde önemini kaybetmesi de Kürtlerin işini kolaylaştırmıştır. Bu bağlamda, özellikle Mesut Barzani’nin lideri olduğu Irak Kürtlerinin büyük şanslarının olduğu ortadadır.

Bu bölümde, Yalçın Küçük, Kürtlerin dini ve sosyoekonomik özelliklerine de dikkat çekmektedir. Kürtler, büyük bir çoğunluğu Sünni mezhebinin Şafii kolunu tercih etmelerine karşın, din konusunda bugüne kadar çeşitli bölünmeler yaşamışlardır. Bunun sebebi, öncelikle -kuşkusuz- Sünni-Şii (ve Alevi) Kürtlerin farklılıklarıdır. Lakin Sünni Kürtler arasında da hem Hanefi, hem Şafii unsurlar (ağırlıkla Şafii) bulunmaktadır. Buna ek olarak, farklı tarikat ve cemaatler de Kürt birliğini engelleyen ve Kürtleri dini açıdan bölen unsurlar olmuştur. Hepsinden önemlisi ise, Kürt coğrafyasında yaygın olan feodalizm nedeniyle aşiret kimliklerinin Kürtlerde çok güçlü olmasıdır. Farklı Kürt aşiretleri arasında tarih boyunca kavgalar, kan davaları ve çatışmalar meydana gelmiştir. Bugün bile, Kuzey Irak’ta Barzani ve Talabani grupları arasındaki mücadelenin temeli ideoloji ve dış politikadan çok, bu iki grubun aşiret kimliklerinin farklı olmasıdır. Jaflar, Kürt aşiretleri arasında en büyüğüdür. Irak’ın üç bölgesinde -Diyala, Kerkük, Süleymaniye- yaşarlar. Bunlara ek olarak, Kürtler, ilginç bir şekilde tarih boyunca asimilasyonu hiç sevmeyen bir halk olmuştur. Bu nedenle, tarih içerisinde Kürtleri asimile etme çabalarına daima karşı koymuşlar ve hep kendilerine olumlu yaklaşan ve onları farklı özellikleriyle kabul eden siyasetçileri desteklemişlerdir. İkinci Abdülhamid ve Atatürk’e -bir dönem- verilen desteğin temeli de aslında budur. Kürtler arasında sosyoekonomik durum ise son derece adaletsizdir. Toprak sahibi Kürtler zengin, diğerleri ise çok fakir durumdadırlar. Toprak reformu politikaları yapılamadığı için, bu durum bölgedeki en gelişmiş ülke olan Türkiye’de bile büyük ölçüde böyledir.

Kürt milliyetçiliği tarihinde Mahabad veya Mehabad Cumhuriyeti’nin de çok önemli bir yeri vardır. Mehabad Cumhuriyeti’nin çöküşünden sonra ise, Molla Mustafa Barzani’nin kaçması ve Kürt kuvvetlerinin dağılması neticesinde Kürt milliyetçiliği düşüşe geçmiştir. Petrol de Kürt hareketlerinin gelişimi konusunda önemli bir faktör olmuş ve özellikle Batılı şirketlerin ilgisini çekmiştir. Bölge ülkelerinin Kürt politikası incelendiğinde ise, karşımıza şöyle bir tablo çıkar:

İran: Şah hükümeti, kendisine bağlı Kürtleri silahlandırmış ve karşı olanlara yönelik sert politikalar yürütmüştür. Ayrıca Şii kimliğinin baskınlığı nedeniyle en çok asimile olan Kürtler de İran’dadır. Günümüzde de, İran, Kürt konusunda -özellikle terör söz konusu olduğunda- çok sert politikalar izleyen bir devlettir. Bu nedenle, sayıca çok ve bir arada yaşamalarına karşın, Kürtlerin siyaseten en az etkili olduğu ülke İran’dır. Ancak günümüzde İran’ın ABD merkezli Batı politikalarının ve Arap ülkelerinin hedefinde olduğu düşünülürse, İran Kürtlerinin de gelecekte uluslararası kamuoyundan daha büyük destek almaları mümkündür.

Türkiye: Türkiye, Küçük’e göre Kürt politikasında uzun süre asimilasyon modelini tercih etmiş ve sonuçta başarısız olmuş bir devlettir. Ferit Melen, Hikmet Çetin ve Kamran İnan gibi etkili Kürt politikacılara karşın (hatta İsmet İnönü ve Turgut Özal da kimi kaynaklarda yarı-Kürt kabul edilmektedirler), Türkiye Cumhuriyeti, Kürtlüğün -uzun süre- sadece bir ikincil kimlik olarak kalmasına izin vermiştir. Kürt Sorunu’nu bir sosyoekonomik geri kalmışlık sorunu olarak değerlendiren Türk Devleti, buna karşın bölgenin gelişmesi konusunda da uzun süre yol alamamıştır. 12 Eylül rejimi sonrasında Kürtçe’ye ve Kürtlere yönelik baskılar da Türkiye ile Kürtlerin arasını açmış ve sonuçta PKK terörünün doğuşuna zemin hazırlamıştır. Yine de, ülkenin genelinde hâkim olan gelişmişlik düzeyi ve Kürtlerin de Batı vilayetlerine göçmeleri neticesinde, günümüzde Kürtlerin en iyi yaşadıkları ülke Türkiye’dir denilebilir. Ancak Türkiye’deki Kürtlerin hukuki statüsü Irak Kürtlerinin gerisindedir; Kürtler, bu ülkede birinci sınıf vatandaş kabul edilmelerine karşın, kimlikleri anayasa ve yasalarda hiç geçmemektedir. Oysa Irak Kürtlerinin özerklikleri ve hukuki garantileri bulunmakta ve kendi parlamentoları ve hükümetleri sayesinde daha özgür bir yaşam sürmektedirler. Ayrıca PKK terörü de Türkiye Kürtlerine çok zarar vermiş ve onları zan altında bırakarak sosyoekonomik yaşamdan dışlanmalarına neden olmuştur. Ancak Türkiye'de bugün Kürtlerin HDP adlı bir partisi vardır ve demokratik siyaset kapısı -bazı baskılara karşın- halen kendilerine açıktır.

Suriye: Suriyeli Kürtler, merkezi yönetime hiçbir zaman güvenmemişlerdir. Ancak Suriye devlet eliti arasına girebilmiş Hüsnü Elzaim ve Abid Elşişkalı gibi Kürt liderler de olmuştur. Yine de, Suriye’deki Kürt aşiretleri, devletten ve Kürt ulusundan çok kendi aşiretlerine ve gruplarına güvenmektedirler. Ayrıca Suriye devleti, Kürt etkisini kırmak için Kürt coğrafyasına uzun süre Arap göçlerini teşvik etmiştir. Bölgede Kürt kimliği uzun süre bastırılmış ve Suriye Kürtlerinin bir bölümü kimliksiz bile bırakılmıştır. Bugün ise, Suriye Kürtleri, PYD ve YPG gibi önemli örgütlenmelere sahip olmuşlar ve Batı’nın desteği ve Rojava gibi tarihsel açıdan sembolik bir olay neticesinde ulus bilinçlerini üst noktaya taşımışlardır. Bunun özerklik veya bağımsızlıkla sonuçlanıp sonuçlanmayacağı ise savaş sonunda belli olacaktır. Ayrıca Büyük Kürdistan konusundaki endişeler de yersiz olabilir; zira KDP’nin uzun süre yasaklı olduğu Suriye’de, bu ülkenin Kürtleri ile Irak’ın Kürtleri arasındaki ilişkiler zayıftır. Nitekim günümüzde Suriye’de PKK çizgisi ve laik Kürt milliyetçiliği ideolojisi hâkimken, Kuzey Irak’ta Barzani çizgisi çok güçlüdür ve PKK’ya karşıdır.

Irak: Barzani ve Talabani gibi iki büyük Kürt aşiretinin bulunduğu Irak'ta, Kürtler Saddam Hüseyin döneminde büyük baskılara maruz kalmışlar ve Halepçe Katliamı gibi trajik olaylarla durdurulmak istenmişlerdir. Ancak bu gibi olaylar Kürtlerin uluslaşma sürecini de bir yandan hızlandırmış ve ABD'nin Irak'a 1990'larda ve 2000'lerde gerçekleştirdiği iki askeri operasyon sonucunda, Irak Kürtleri, bugün özerkliği var olan ve bağımsızlık isteyen bir duruma gelmişlerdir. 

Bu gibi bilgilerin yer aldığı Prof. Dr. Yalçın Küçük’ün Kürtler Üzerine Tezler kitabı, bu alanda çalışan insanların mutlaka okuması gereken klasikleşmiş ve Türkiye açısından öncü bir eserdir. Kitapta yer alan fikirlere herkesin katılması gerekmez; zira bir kitabı okumak veya bir filmi izlemek, o eserde yer alan tüm fikir ve unsurlara destek vermek anlamına gelmez.


Yrd. Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ

1 yorum:

Unknown dedi ki...

Cok guzel hazirlamissin, eline, kalemine, yuregine saglik... Umut ediorum ki; kurtler sosyo-ekonomik iliskilerini gelistire gelistire ''millet'' olmayi basaracaklar. Ve bu yakin zamanda gerceklesecektir. Sevgiler.