21 Ocak 2017 Cumartesi

Dr. Seçkin Köstem’den ‘Explaining the Rise of the Turkic World in Turkish Foreign Policy’


Doktora derecesini Montreal’deki McGill Universitesi’nin Siyaset Bilimi bölümünden alan ve Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünde Yardımcı Doçent olarak görev yapan Dr. Seçkin Köstem[1], 2016 yılı içerisinde Foreign Policy Analysis dergisinde yayınlanan “When Can Idea Entrepreneurs Influence Foreign Policy? Explaining the Rise of the 'Turkic World' in Turkish Foreign Policy”[2] (Fikir Girişimcileri Dış Politikayı Ne Zaman Etkiler? Türk Dış Politikası’nda ‘Türk Dünyası’nın Yükselişi) adlı makalesinde, Türk Dış Politikası’nda son dönemde ortaya çıkan “Türk Dünyası” olgusunu “fikir girişimcileri” (idea entrepreneurs)[3] kavramı ışığında incelemektedir.  

Dr. Seçkin Köstem

Dr. Seçkin Köstem, bu makalesinde, Sovyetler Birliği’nin yıkılması sonrasında yeniden ortaya çıkan “Türk Dünyası” olgusunun Türk Dış Politikası’nı son yıllarda nasıl etkilemeye başladığını analiz etmekte ve bu doğrultuda fikir girişimcilerin rolüne dikkat çekmektedir. Köstem’e göre; her ne kadar Türkiye’nin bu bölgedeki (Orta Asya) etkisi Rusya ve Çin’e kıyasla hala düşük seviyelerde olsa da, bu konunun artan önemi ve neredeyse tüm siyasal partilerin bu konuda uzlaşı içerisinde olması, konunun Türk Dış Politikası’nı ve hatta iç politikasını ne denli önemli ölçüde etkilediğini göstermektedir. Köstem’in analizine göre; fikir girişimcileri, iki koşul yerine getirildiğinde dış politikayı etkileyebilirler: birincisi, olağanüstü bir durum nedeniyle dış politikada değişikliğin kaçınılmaz hale gelmesi, ikincisi de, yönetici elitin milli kimlik kavramları ile fikir girişimcilerinin önerilerinin örtüşmeleri durumlarıdır. Burada Köstem’in “fikir girişimcileri” kavramıyla kastettiği ise, dış politikaya yeni düşünceler ve yönelimler öneren devlet dışı aktörlerdir. Dahası, norm ve politika girişimcilerinden farklı olarak, fikir girişimcileri, sadece bir politikada veya uygulamada değil, dış politikanın şekil aldığı genel ortamda bütüncül bir değişim önermektedirler. Bu doğrultuda, yazara göre; Soğuk Savaş sonrasında oluşan yeni koşullarda, Türk Dış Politikası’nın Türk Dünyası’na yönelmesi, Türkçü ve milliyetçi fikir girişimcilerinin önerdiği alternatif bir politika olmaktan çıkarak, giderek daha güçlü bir şekilde Türkiye’nin ulusal çıkarlarının düzenleyicisi haline gelen anahtar bir kavrama dönüşmüştür. Türk Dünyası alternatifini savunanlar, Avrasya’da yaşayan Türk soylu halkların kültürel, toplumsal, ekonomik ve siyasi bütünleşmesini önermektedirler. 1990’larda Türkiye’nin milli kimliğinin ağır bir eleştiri ve tehdit altında olması, Türk Dünyası kavramını bir alternatif olmaktan çıkarmış ve ana akım bir görüş haline getirmiştir. Her ne kadar günümüzde iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi’nin farklı bir ideolojik eğilimi (İslamcılık) olsa da, onlar da 15 yıllık iktidarları döneminde Türk Dünyası’na yönelik başlatılan politikaları sürdürmüşlerdir. Yazar, bu noktada Türkiye’nin 5 Türk Cumhuriyeti olan Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Türkmenistan’a yönelik politikalarını mercek altına almaktadır. Bu doğrultuda kurulan TÜRKPA (Türk Dili Konuşan Ülkeler Parlamenter Asamblesi)[4] ve Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı’nın (TİKA)[5] faaliyetleri, yazarın bu makalesi için incelediği somut girişimlerdir. Yazara göre; bu önemli girişimler, maddi veya jeopolitik çıkar amaçlarından çok, fikir girişimcilerinin lobi faaliyetleri neticesinde gerçekleştirilen ve Sovyetler Birliği’nin yıkılması sonrasında kurulan Türk Cumhuriyetleri ile Türkiye’nin bütünleşmesini amaçlayan fikir-ideoloji temelli adımlardır.

Fikir girişimcileri ve dış politika arasındaki ilişkiyi açıklayan literatür incelendiğinde; Risse-Kappen (1994)[6] başta olmak üzere birçok çalışmada, fikir girişimcilerinin etkisinin devletlerin iç siyasi koşullarıyla sınırlı olduğu vurgulanmıştır. Bu noktada ise karşımıza şu soru çıkmaktadır: kimin düşüncesi siyaseti belirleyebilir? Daha spesifik olmak gerekirse, Pan-Türkistler (Türkçüler) gibi devlet dışı aktörler, hangi koşullarda karar alıcıların gözünde meşruiyet kazanabilirler? Burada; sorumluluk, ulaşılabilirlik ve kontrol üç temel cevap olarak karşımıza çıkmaktadır. Ayrıca olağanüstü hal ve kriz durumları, politika değişiklikleri için uygun bir ortam yaratabilirler. Bir diğer önemli unsur, fikir girişimcilerinin “kazanan blok”tan olmaları gerektiği hissini diğerlerine ve karar alıcılarına geçirebilmeleriyle alakalıdır. Örneğin, dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu ve ekibi, bağlantıları ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan üzerindeki etkileri sayesinde, Türk Dış Politikası’nda önemli dönüşümlere kaynaklık edebilmişlerdir.

Türk Dünyası fikrinin Türk Dış Politikası’nda bir konu haline geldiği 1990’larda, Türkiye ne tam anlamıyla demokratik, ne de liberal bir ülkeydi. 12 Eylül darbesi sonrasında dış politika, büyük ölçüde bir “yüksek politika” unsuru kabul edilmiş ve devlete (Türk Silahlı Kuvvetleri ve Dış İşleri Bakanlığı) tahsis edilmişti. Bunun dışında, 1991-2002 döneminde kurulan koalisyon hükümetleri nedeniyle, hiçbir siyasal parti, görüşlerini dış politikada hayata geçirme şansına da sahip olamamıştı. Ancak AK Parti döneminde, Türk Dünyası olgusu bir fantezi olmaktan çıkıp, Türk Dış Politikası’nda önemli bir başlık haline gelmeye başladı.

Türk Dünyası’nın birliğini savunan Pan-Türkist (Türkçü-Turancı) düşünce sistematiği, 19. yüzyılda Bakü, Bahçesaray ve Kazan gibi şehirlerde doğdu. Osmanlı dışındaki Türkçü entelektüellerin çalışmaları sayesinde, zamanla İstanbul ve İzmir gibi Osmanlı-Türk şehirlerine de sıçradı. Tatar ve Azeri Türkçü entelektüellerin çalışmaları sayesinde, İttihat ve Terakki Cemiyeti içerisinde Türkçülük itibarlı bir siyasi akım haline gelmeye başladı ve toplumda da karşılık buldu. Türkçü düşüncenin fikir girişimcileri, o yıllarda Rus coğrafyasında yaşayan Müslüman Türk soylu halkların haklarını savunuyor ve Türk soylu halklar arasında bir siyasi birliği hayal ediyorlardı. Çökmekte olan İmparatorluğun yeni stratejisini belirlemeye çalışan İttihatçılar, halkı mobilize etmek ve devleti ayakta tutmak için bu ideolojiyi kullandılar. Ancak Cumhuriyet’in kurulmasının ardından, Pan-Türkist düşünce önemini yitirdi ve yeni Türkiye Cumhuriyeti, sadece kendi sınırları (Misak-ı Milli) içerisinde bir sivil üst kimlik olarak Türklüğü benimsedi. Türkmenler ve Azeriler başta olmak üzere tüm diğer Türk soylu haklar, Anadolu halkını kastetmek için kullanılan “Türk” kimliğinin dışında bırakıldı ve etnik olmayan bir Türk kimliği yaratıldı. Bolşeviklerin yarattığı yeni ve milli kimliklerin üzerinde sınıf kimliğini benimseyen ideoloji, Rusya’nın askeri ve siyasi gücü ve Türk-Sovyet dostluğu da bu gidişatta etkili oldu ve Türk Dünyası -Türkiye’de bile- uzun süre unutuldu. Hatta 1940’larda, Cumhurbaşkanı İsmet İnönü tarafından Türkçüler aleyhine meşhur bir dava bile açıldı (Türkçü-Turancı Davası). Nitekim Soğuk Savaş süresince, aşırı sağ Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) dışında Türk Dünyası’nı gündeme getiren bir siyasi parti olmadı. Bu partinin de, “dış Türkler” adını verdiği Türk soylu halklarla teması neredeyse hiç yoktu ve bu konu, daha çok bir iç politika malzemesi olarak kullanılıyordu. İç siyasette sosyalist-komünist gruplar ve İslamcı-milliyetçi gruplar arasında çatışmalar artarken, MHP çevreleri tarafından Türk Dünyası konusunun gündeme getirilmesi, sol gruplar tarafından büyük ölçüde faşistlikle itham ediliyordu. Bu nedenle, bu yıllarda Türk Dünyası’nın fikir girişimcileri etkisiz kaldılar ve Türk Dış Politikası’na da hiçbir şekilde sirayet edemediler. Sonuçta, Türkiye, ancak 1980’lerden sonra bu konuyu hatırlamaya başladı.

Soğuk Savaş bitince, Türkiye, bir anda kendisini Avrasya coğrafyasında küresel jeopolitik mücadelenin ortasında buldu. Balkanlar, Kafkasya ve Orta Doğu gibi Türkiye’nin komşu olduğu coğrafyalar devlet katında öncelikli dış politika gündem maddesi olsalar da, Orta Asya da bu dönemde ilk kez Türk Dış Politikası’nın ajandasına eklendi. Dönemin Başbakanı Süleyman Demirel, “Adriyatik’ten Çin Seddi’ne” (bu söz Turgut Özal’la da anılmaktadır) bir Türk Dünyası’ndan söz etti ve bu yıllarda ilk kez Türk Dünyası’na yönelik olarak çalışan fikir girişimcisi gruplar ve sivil toplum örgütleri ortaya çıktı. Bu sayede, Türk Dünyası, Türk Dış Politikası’nda kilit bir kavram haline gelmeye başladı. Bu yıllarda PKK ile terör düzeyinde, Kürt partileri ve SHP ile de siyasal düzeyde artan Kürt muhalefeti ve Türk kimliğine ciddi şekilde darbe vuran İslamcı politikaların yükselişi (Refah Partisi vs.), Türk Dünyası kavramının ortaya çıkışı ile dengelenmeye çalışıldı. Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Müsteşarı Hakan Fidan’ın ifadesiyle, Türklerin ata yurdu olarak kabul edilen Türk Dünyası’na ve Orta Asya Türk Cumhuriyetlerine yönelik yoğun bir ilgi başladı.[7] Bulgaristan’da Todor Jivkov rejiminin Türklere yaptığı baskılar ve Karabağ’daki Azeri-Ermeni çatışması da bu akımı güçlendirdi. Türk Ocakları ve Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı gibi sivil toplum örgütlerinin çalışmaları ise, toplumda ve aydınlarda Türk Dünyası’na yönelik artan bir bilinç uyandırdı. MHP lideri Alparslan Türkeş bu alanda sivrilirken, merkez sağın lideri ve sonradan 9. Cumhurbaşkanı olan Süleyman Demirel de bu konuda öne çıkan bir kişi oldu.

Ancak birçoklarına göre, Türkiye Cumhuriyeti devleti, bu ilk yıllarda Türk Dünyası konusunda hazırlıksızdı. Bu nedenle, dış politika yapıcıları sıklıkla milliyetçi sivil toplum kuruluşlarına danışmak durumunda kaldılar. Bu süreç kritik bir adımdı; çünkü Pan-Türkist grupları, ilk kez devlet nezdinde meşru aktörler haline getirdi. Nitekim Türkiye Cumhuriyeti, Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrasında kurulan Türk Cumhuriyetlerini ilk tanıyan ülke oldu. Bu dönemde, bu 5 ülkenin başkentlerine ilk resmi ziyaretler yapıldı. Türkiye, bu ülkelere akademik, askeri ve bürokratik personelini bile göndermeye başladı. Türkiye’nin bu tutumunun bu ülkelere de büyük yardımı oldu; örneğin Azerbaycan, bu sayede Avrupa Konseyi’nin üyesi haline geldi ve 5 Türk Cumhuriyeti de Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’na (AGİT) katıldılar. Yine bu ülkeler, NATO’nun partnerlik programlarına da dâhil olmaya başladılar. Bu sayede, onlarla Batı arasında bir köprü işlevi görmeye başlayan Türkiye de, dış politikada “kardeş ülke”lerinden destek almaya başladı. Bu yıllarda “Türk Modeli”, İslam Dünyası’ndan ziyade Türk Dünyası’na yönelik bir politika olarak Batı kamuoyunda ve Türkiye’de öne çıkarıldı ve İran’ın İslamlaştırıcı etkisine karşı bir panzehir olarak düşünüldü. TİKA’nın kurulması ise bir dönüm noktasıydı. TİKA, Türk Dünyası arasında işbirliğini arttırmak ve bu ülkelerin gelişimine katkı sağlamak için kurulmuştu. Yüzlerce kalkınma projesine önayak olan TİKA’nın dışında, Başbakan ve sonradan Cumhurbaşkanı olan Turgut Özal’ın girişimleriyle Türk Dili Konuşan Ülkeler Zirvesi[8] de başlatıldı. 1993 yılında ise, Türk Dünyası’nın UNESCO’su olarak lanse edilen Uluslararası Türk Kültürü Teşkilatı - TÜRKSOY[9] kuruldu. Türkiye, Orta Asya’da Hoca Ahmet Yesevi Üniversitesi[10] ve Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi[11] gibi iki üniversite bile kurdu. Bir diğer önemli gelişme ise, 1992’de başlatılan Türk Kurultayı veya Turan Kurultayı[12] uygulamasıydı. Bu sayede, Türk Dünyası ve Türkçüler arasında iletişim kanalları kurulurken, fikir girişimcileri, siyaseti ve dış politikayı da ciddi anlamda etkilemeye başlıyor ve transnasyonal (ulus-aşan) bağlar inşa ediyorlardı. Bu durum, sağ ve sol yelpazede de olumlu karşılanıyordu; örneğin Dış İşleri Bakanı ve tanınmış bir sosyal demokrat entelektüel olan İsmail Cem, temelde Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğini desteklerken, aynı zamanda Türkiye’nin Türk Dünyası’ndaki gücünün de masada ellerini kuvvetlendireceğini ve bir koz unsuru haline geleceğini belirtiyordu. Cem, ayrıca Türkiye’nin Avrupalı kimliği dışında, bir Asyalı kimliği olduğunu da söylüyordu.

AK Parti ise, 2000’lerde bu mirasın üzerine Türk Dış Politikası’nda Türk Dünyası’nın konumunu kurumsallaştırdı. Ancak bu yönde büyük atılımları engelleyen bazı olumsuz faktörler de oldu. İlk olarak, Kürt Sorunu ve terör nedeniyle Türk Dış Politikası’nda güvenlikçi yaklaşım ve içe dönük düşünce ağır basmaya başladı. İkincisi, 1990’lar ve 2001’deki ekonomik krizler nedeniyle Türk Dünyası ile ortak bir ekonomik pazar oluşturma düşüncesi hayalci olarak algılandı. Üçüncüsü, Türk bürokrasisinin Orta Asya ve Asya Türklüğü konusundaki bilgisizliği nedeniyle, bu yönde hızlı mesafe alınamadı. Dördüncüsü, Türk Dış Politikası’nda AB gündemi, Kıbrıs Sorunu ve Orta Doğu sorunları ön plana çıktığı için, Türk Dünyası ihmal edildi. Beşincisi, Rusya Federasyonu’nun “yakın çevre” doktrini ile Vladimir Putin döneminde atağa kalkması, bu coğrafyadaTürkiye’nin gücünü sınırladı. Altıncısı, Azerbaycan başta olmak üzere diğer Türk devletleri, geçen yıllar içerisinde Türkiye’nin destek ve yardımına daha az ihtiyaç duymaya başladılar ve dünyaya kendileri açılmayı başardılar. Yedinci ve son olarak, Batılı ülkeler ve Hindistan ve Çin gibi ülkelerin buraya girişi, Türkiye’nin etki alanını daha da daralttı. Buna karşın, Türk Dünyası’nın kurumsallaşan konumu ve artan önemi, yazara göre hükümet programlarından da rahatlıkla anlaşılabilir.

Sonuç olarak, Yrd. Doç. Dr. Seçkin Köstem’in bu makalesi, akademik dünyada hakkında pek yazılmayan bu konudaki öncü girişimlerden biri olarak dikkat çekmektedir. Makale, Türk Dünyası’nın Türk Dış Politikası’nda artan önemini “fikir girişimcileri” kavramı etrafında incelemekte ve bu konunun sivil toplum yoluyla nasıl güçlendiğine dikkat çekmektedir. Yine Soğuk Savaş’ın bitişi ardından ortaya çıkan fırsat veya kriz ortamı, Türkiye’nin bu alanda yaptığı atılım için uygun bir ortam oluşturmuştur tespiti, akademik literatürle de uyumlu önemli bir saptamadır.


Yrd. Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ





[3] Bu kavram hakkında bir açıklama için; https://hbr.org/2013/05/idea-entrepreneur-the-new-21st.
[4] Web sitesi için; http://www.turk-pa.org/.
[5] Web sitesi için; http://www.tika.gov.tr/.
[6] Bakınız; Risse-Kappen, Thomas (1994). “Ideas Do Not Float Freely: Transnational Coalitions, Domestic Structures, and the End of Cold War”. International Organization, 48: 185-186.
[7] Bakınız; Fidan, Hakan (2010). “Turkish Foreign Policy Toward Central Asia”, Journal of Balkan and Near Eastern Studies, 12: 109-121.
[8] Web sitesi için; http://www.turkkon.org/tr.
[9] Web sitesi için; http://www.turksoy.org/.
[10] Web sitesi için; http://www.ayu.edu.tr/.
[11] Web sitesi için; http://manas.edu.kg/.
[12] Web sitesi için; http://kurultaj.hu/bilgi/

Hiç yorum yok: