10 Kasım 2016 Perşembe

ABD'nin Yeni Başkanı Donald Trump Oldu


Giriş
Amerika Birleşik Devletleri’nde önceki gün yapılan Başkanlık seçimlerinde büyük bir sürpriz yaşandı ve Cumhuriyetçi Parti adına Başkanlık yarışına giren Amerikalı emlak zengini işadamı Donald Trump (70)[1], seçim öncesinde basına duyurulan tüm anketleri boşa çıkararak, yarışı, rakibi Demokrat Parti adayı Hillary Clinton’ın önünde tamamladı ve ABD’nin 45. Başkanı seçildi. Trump, iki dereceli olan Başkanlık seçimlerinde toplam 279 delegeye ulaşırken, Clinton 228 delegede kaldı.[2] Trump’ın seçilmesi Demokrat seçmenlerde büyük bir tepki ve korku yaratırken, sosyal medyada “#HesNotMyPresident” (Benim Başkanım Değil) etiketiyle[3] Trump karşıtı büyük bir kampanya başlatıldı.[4] Dahası, başta New York ve California olmak üzere birçok eyalette Trump aleyhine sokak gösterileri düzenlendi.[5] Başkan seçildikten sonra Başkan Yardımcısı Mike Pence, üçüncü ve şimdiki eşi Melania Trump (Knauss) ve ondan olan 5. çocuğu Barron Trump’la kameralar karşısına geçen Trump, “Tüm Amerikalıların Başkanı olacağım” mesajını vererek, seçim sürecinde çok büyük bir iş başardıklarını ancak daha yapılacak çok şey olduğunu söyledi.[6] ABD’nin önceki Başkanı Barack Obama ve Demokratların Başkan adayı Hillary Clinton da Trump’ı kutladılar ve kendisine başarı dileklerini ilettiler.[7]

Forbes dergisinin en zengin 400 işadamı listesinde 3,7 milyar dolarlık servetiyle 156. sırada yer alan Trump[8], “Make America Great Again” (Amerika’yı Yeniden Büyük Yapacağız) sloganıyla[9] başlattığı seçim kampanyası döneminde[10] söylediği çelişkili ve tam olarak anlaşılamayan sözler nedeniyle dünya kamuoyunda endişe uyandırmakta, ama renkli kişiliği ve gaflarıyla bir yandan da büyük bir kitle tarafından ilgiyle takip edilmektedir.[11] Trump’ın Başkan seçilmesini izleyen birkaç saat içerisinde yaşanan gelişmeler ise, Başkanlığı döneminde yaşanabilecek olan siyasi gelişmelere ışık tutar niteliktedir. Trump'ın seçilmesini izleyen 12 saat içerisinde; İsrail devletinden üst düzey bir yetkili “iki devletli çözüm” ve Filistin Devleti projesinin rafa kaldırıldığını açıklamış, Amerika’daki başları kapalı bazı Müslüman kadınlar hissettikleri sosyal baskılar nedeniyle endişe duymaya başlamış, ABD ve dünyada finans piyasalarında büyük kayıplar yaşanmış, Rusya’dan Trump’a yönelik destek mesajları yayınlanmış, ABD’den yapılan yoğun başvurular nedeniyle Kanada göçmenlik sitesi çökmüş ve bazı radikal İslamcı terör grupları Trump’ın sözleriyle Batı medeniyetini çok iyi yansıttığı için ona destek olduklarını açıklamışlardır.[12]


Trump’ın zafer konuşması

Biyografi ve Kişisel Özellikleri
14 Haziran 1946 tarihinde işadamı Frederick ve Mary MacLeod Trump’ın beş çocuğundan ikincisi olarak New York'un Queens ilçesinde doğan Donald J. (John) Trump, Alman asıllı Amerikalı bir aileden gelmektedir (anne tarafından İskoç olduğu belirtiliyor) ve soyadı İngilizce’ye de geçen Almanca “triumph” (zafer) kelimesinden kaynaklanmaktadır.[13] Donald Trump, sık sık Alman köklerini hatırlatmakta ve bundan gurur duyduğunu söylemektedir. Göç konusunda son derece sert tutumlarıyla tanınan Trump, aslına bakılırsa sadece ikinci kuşak bir Amerikalıdır ve kendisinin büyükannesi ve büyükbabası Almanya’da doğup, sonradan Amerika’ya göç etmiş kimselerdir. Trump’ın emlakçı olan babası Fred Trump, emlak işleriyle uğraşıyordu ve zaman içerisinde Almanya ve New York’ta yaptığı yatırımlarla çok zengin bir kimse haline geldi. Bu zenginlik ortamında biraz şımarık yetişen Donald, babasının kendisini disipline etmek istemesi nedeniyle 13 yaşında New York Military Academy (NYMA) adlı askeri liseye yazıldı ve buradan mezun oldu. Daha sonra Pennsylvania’daki Wharton Koleji’nde ekonomi lisans eğitimi alan Trump, akademik olarak başarılı bir öğrenci profili çizemedi. Vietnam Savaşı için göreve çağrılmayan Trump, babasının işine devam etti ve işleri daha da geliştirerek yıllar içerisinde zengin ve önemli bir işadamı haline geldi. İş hayatı boyunca birçok defa iflasın eşiğinden dönen Trump, sert patronluk tarzı, çılgın özel yaşamı ve vergi sorunları nedeniyle Başkanlık kampanyası döneminde rakipleri tarafından çok sert şekilde eleştirildi. Trump, “The Apprentice” adlı televizyon programı[14] sayesinde geçtiğimiz yıllarda ABD’de kitlelerce çok iyi tanınmış ve bu sayede Başkanlık kampanyası öncesinde büyük bir popülarite elde etmiştir.

Askeri lisede okuyan genç Donald Trump

Özel hayatıyla büyük dikkat çeken Donald Trump, bugüne kadar üç evlilik yapmıştır ve bu evliliklerden 3 erkek, 2 kız olmak üzere toplam 5 çocuğu vardır. 1977 yılında atlet ve manken olan Ivana Zelníčková ile evlenmiş ve ilk eşinden Donald Trump Jr., Ivanka Trump ve Eric Trump olmak üzere 3 çocuğu olmuştur. 1991 yılında 16 yıllık eşinden ayrılmış ve boşandıktan 2 sene televizyoncu Marla Maples ile evlenmiştir. Aynı sene bu evlilikten Tiffany adında kızı doğmuştur. Çift, 1996 yılında ayrılma kararı almıştır. 2005 yılında Slovenya doğumlu model Melania Knauss ile evlenen Trump’ın, bu eşinden de 2006 yılında Barron Trump adında bir oğlu olmuştur. Trump’ın güzelliğiyle adından sıkça söz ettiren eşi Melania Trump (46)[15] ise, modellik döneminde çektirdiği çıplak pozlar nedeniyle[16] Cumhuriyetçi Parti içerisindeki radikal bazı Hıristiyan gruplar tarafından seçim kampanyası sürecinde eleştirilmiştir[17]. Buna karşın, Trump ve eşi oldukça uyumlu ve mutlu bir aile görüntüsü çizmektedir.

Trump ailesi

Donald Trump-Melania Trump-Barron Trump

Kalvinizm’in (Protestanlık) bir kolu olan Presbiteryen inancına mensup seküler bir Hıristiyan olan Trump, seçim kampanyası döneminde Katolik Kilisesi lideri Papa Franciscus’la söz dalaşı yaşamış ve Müslümanlara yönelik sert sözleriyle dikkat çekmiştir.[18] İlk başta, terör tehditleri nedeniyle Müslümanların ABD’ye girişini yasaklamayı öneren Trump, daha sonra bu sözlerini düzeltmiş ve Müslüman göçmenlere yönelik yeni ve sıkı bir güvenlik soruşturması önermiş, son olarak da bu kısıtlamaların sadece terörist devletlerden gelen Müslüman göçmenlere uygulanacağını söylemiştir.[19] Kürtaj yaptıran kadınlara ceza verilmesi gerektiğini de söyleyen Trump[20], özel yaşamında dindar olmamasına karşın, siyaset yaparken Hıristiyan değerlerine vurgu yaparak muhafazakâr Amerikalı seçmenlerden yoğun destek almayı başarmıştır. Göç konusunda da sıkı tedbirler öneren Trump, yasadışı tüm göçmenlerin ülkeden kovulacağını belirtmiş[21] ve birçoğunun “katiller ve tecavüzcüler” olduğunu iddia ettiği Meksikalı kaçak göçmenleri önleyebilmek için bu ülke ile ABD arasına -parasını Meksika hükümetine ödeteceği- bir duvar inşa edeceğini söylemiştir.[22]

Trump’la ilgili tartışma yaratan önemli bir mesele ise, ırkçı gruplarla olan ilişkilerine yönelik eleştirilerdir. Beyaz üstünlüğünü savunan ırkçı Ku Klux Klan ve benzeri gruplardan Başkan adaylığı konusunda destek alan Trump, Başkan seçilince Ku Klux Klan’ın eski lideri David Duke tarafından da kutlanmıştır.[23] Bu nedenle, Obama döneminde biraz olsun rahat nefes alan Afrikalı Amerikalıların Trump’ın Başkanlığı döneminde daha da radikalleşmeleri ve Amerikan sistemine aidiyetlerinin azalmasından korkulmaktadır. ABD Başkanı Donald Trump’a kampanyası sürecinde yöneltilen eleştirilerin odağındaki bir diğer konu ise, kadınlara yönelik ayrımcı ve küçümseyici tavrı (seksizm-cinsiyetçilik) olmuştur. Bugüne kadar kadınlarla ve rakibi Hillary Clinton’la ilgili birçok ayrımcı ifade kullanan Trump[24], buna karşın kadınlardan da hatırı sayılır oranda oy almayı başarmıştır.

Neden Kazandı?
Donald Trump’ın seçim zaferini analiz eden BBC’den Anthony Zurcher, şu 5 temel faktör üzerinde durmuştur:[25]

1. ‘Beyaz Amerikalı’ dalga: Beyaz seçmenin desteğini aldığı görülen Trump, Ohio, Florida ve North Carolina gibi kritik eyaletlerde ipi göğüsleyen taraf oldu. Bu başarı, Cumhuriyetçi Parti'nin adayına hatırı sayılır bir delege sayısı kazandırırken, Clinton tarafının bel bağladığı oyların önüne de set çekti. Siyasi analizciler, bu durumu, özellikle taşradaki beyaz Amerikalı seçmenin Trump’a büyük destek vermesine bağlıyor. Cumhuriyetçi Parti'nin taşradan gelen oyunda geçen seçimlere oranla ciddi bir artış olduğunu altını çizen uzmanlar, zaferi getiren en önemli faktörlerden biri olarak bu durumu gösteriyorlar. Hakikaten de, Obama’nın Başkanlığı döneminde Afrikalı Amerikalıların görece rahat yaşam koşullarına ve daha iyi sosyal statüye kavuşmalarına adapte olamayan ve küreselleşme nedeniyle ekonomik zorluklar yaşamaya da başlayan iyi eğitimli olmayan beyaz Amerikalı seçmen, Hillary Clinton kendilerini heyecanlandıracak sol bir alternatifi önlerine koyamadığı için, bu seçimde büyük ölçüde aşırı sağa kaydı ve Trump’a oy verdi. Trump’ın seçimi kazanacağını haftalar öncesinden öngören[26] Amerikalı muhalif düşünür ve yönetmen Michael Moore da, seçim analizinde bu olguya (Angry White Men Vote) dikkat çekmiştir.[27] Bu konuya, Amerikalı Sosyoloji profesörü Arlie Russell Hochschild imzalı yeni bir eser olan “Strangers in Their Own Land: Anger and Mourning on the American Right[28] kitabında da dikkat çekilmiştir.

2. Kavgacı ve güçlü profil: Trump, uzun bir maraton olan seçim kampanyası boyunca sayısız pot kırdı ve bir o kadar skandal ile de basına malzeme oldu. Peki, ne oldu da tüm bunlara rağmen Trump seçimin galibi oldu? Zurcher’e göre, bunun altında yatan neden, Trump’ın herşeye rağmen tek başına ayakta ve güçlü durmayı başarabilmesiydi. Başka bir deyişle, tüm bu skandallara rağmen devrilmeyen Trump, bir şekilde ortalama seçmenin takdirini kazandı. Trump’ın pes etmeyen yapısı ve inatçılığı, onu sıradan Amerikalıların gözünde iyi bir Başkan adayı haline getirirken, aleyhine söylenen sert ve aşağılayıcı sözler de, onu mağdur ederek bir şekilde radikal fikirlerini gölgeledi ve Trump’ı adeta şirinleştirdi.

3. ‘Sistemdışı Aday’ karizması: Trump, ABD siyasi sahnesinin belki de en büyük iki siyasal ailesini (Bush ailesi ve Clinton ailesi) bu seçimde mağlup etti. Marco Rubio, Ted Cruz, Chris Christie, Ben Carson ve Jeb Bush gibi Cumhuriyetçi Parti aday adaylarına ön seçimde diz çöktüren Trump, seçim süresince hem parti içi muhalefet, hem de Demokratlar ile mücadele etti. 2017’nin ilk günlerinde yemin ederek göreve başlayacak olan Trump’ın iki cephede birden verdiği bu savaş, onun güçlü bir figür olarak algılanmasında önemli bir rol oynadı. Gerçekten de, Trump aleyhine Amerikalı ünlülerin ve sanatçıların kampanyalar yapmaları ve başta ABD olmak üzere tüm dünya medyasının Trump aleyhine çok sert ve hatta küçümseyici yazılar yazmaları, garip bir şekilde sistemden memnun olmayan seçmenin gözünde Trump’ı bir “kurtarıcı” haline getirdi.

4. Comey faktörü: FBI Direktörü James Comey, geçtiğimiz haftalarda Başkan adayı Hillary Clinton’ın e-maillerinin yeniden inceleneceğine dair önemli bir açıklama yaptı. Seçime sayılı süre kala yeni bir açıklama yapan Comey, bu soruşturmanın rafa kaldırıldığını belirtti. Ancak anketler gösteriyor ki, bu ilk açıklama Trump’ın oylarında yukarı doğru bir kıpırdanmaya neden oldu. Trump, FBI’ın bu çıkışını tabanını yeniden toparlamak ve kararsız seçmenin desteğini almak için avantaja çevirdi. Özellikle basına yansıyan seksist ses kayıtları ile parti içindeki desteğini kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya kalan Trump için, bu haber, adeta bir can simidi oldu.

5. İçgüdülerine güvenmesi: Trump, tabir-i caizse ezber bozan bir seçim kampanyası izledi. Örneğin, çoğu Başkan adayının aksine Wisconsin ve Michigan gibi genellikle ziyaret edilmeyen eyaletlerde de çalışmalarda bulundu. Kendinden öncekilerin aksine, büyük seçim konuşmalarına yoğunlaşan Trump, yeni bir oyun planı denedi; hislerine güvendi ve sonuçta kazandı. Tüm eleştirilere ve seçim tahminlere rağmen planından taviz vermeyen Trump, bu uzun maratonun son gülen ismi oldu. Anthony Zurcher’e göre, Trump’ın başarısı, içgüdülerine ve kendisine güvenmekten asla vazgeçmemesinde gizliydi.

Benim ise, Zurcher’e ek olarak dikkat çekmek istediğim birkaç husus daha var. İlk olarak, Hillary Clinton'ın, kağıt üzerinde çok iyi bir aday olmasına karşın, Barack Obama dönemini devam ettireceği yönündeki güçlü algılar ve özellikle memnuniyetsiz seçmeni mobilize edecek heyecan verici bir yenilik önerememesi, kanımca kampanyasını çok renksiz bir hale getirdi ve seçmen desteğini azalttı. Trump ise, çoğu zaman aşırı sağa kayan ve genel kabul gören “politically correct” yaklaşımların tamamen zıttı çizgisiyle, eğitim ve gelir seviyesi yüksek olmayan seçmeni daha çok heyecanlandırdı ve siyasette değişim ve umut haline geldi. Eğer Clinton, Bernie Sanders gibi biraz daha politik ve sert bir kampanya yürütse ve somut projeler sunabilseydi, belki de Başkanlık yarışını önde tamamlayabilirdi. Yani birinci neden, Trump’ın Clinton’a kıyasla daha başarılı bir kampanya yürütmesiydi.

Seçime dair bazı önemli istatistikler

İkinci önemli neden, Clinton’ın Obama’yı iktidara taşıyan seçmen koalisyonunu tam anlamıyla ayakta tutamaması oldu. Obama döneminde ilerici sol-liberal beyaz Amerikalılar, Afrikalı Amerikalılar, Hispanikler (Latinolar), Müslümanlar ve göçmenler şeklinde çok güçlü bir seçim ittifakı oluşturmayı başaran Demokratlar, Clinton’ın yıpranmış durumu nedeniyle bu defa istedikleri kadar başarılı olamadılar. Nitekim Trump, tüm aleyhte sözlerine karşın, Afrikalı Amerikalı ve Hispanik seçmenden 2012 yılında Cumhuriyetçi Parti adına Başkan adayı olan Mitt Romney’den biraz daha fazla oy almayı başardı. Oysa Obama döneminde Afrikalı Amerikalılar yüzde 93 oranında Demokrat adayı desteklerken, Clinton döneminde bu yüzde 88’e düştü.[29] Hispanikler arasında da 4 yıl önce Obama yüzde 71 desteğe ulaşırken, Hillary Clinton döneminde bu destek yüzde 65’e kadar düştü.[30] Ek olarak, Obama döneminde yüzde 60’ı bulan genç (18-29 yaş) seçmen desteği, Clinton döneminde yüzde 54’e indi.[31] Daha önemli bir faktör ise, “Yes We Can” (Evet Başarabiliriz) söylemiyle ve karizmasıyla büyük bir rüzgâr estirmeyi başaran Obama’nın aksine, Dış İşleri Bakanlığı döneminde yaşanan skandallar nedeniyle yıpranmış bir aday olan Hillary Clinton’ın, genç seçmenleri yeterli ölçüde sandığa götürememesi oldu.[32] Son olarak, Trump’ın ırk temelli bir kutuplaşma ortamı yaratarak beyaz seçmenden yüzde 59 oranında destek alması, kendisinin Başkan seçilmesinde en önemli rolü oynadı.[33]

Trump’ın zaferinde üçüncü önemli etken, Trump’ın oylarının eyaletler bazında daha iyi ve dengeli dağılmasıydı. Nitekim seçim sonuçları incelendiğinde, genel oy toplamında yarışı Hillary Clinton’ın (yüzde 47,7) önde tamamladığı ve Donald Trump’ın ancak yüzde 47,5 oy oranında kaldığı görülmektedir.[34] Ancak ABD’de geçerli olan “electoral college” (seçmen heyeti) sistemi gereğince, ilk turda en çok oyu alan aday değil, ikinci turda en çok temsilcinin desteğini kazanan aday seçimi kazanmaktadır. Bu sayede, 2000 yılındaki Al Gore-George W. Bush seçiminden yıllar sonra, bir kez daha, toplamda daha az oyu alan bir Başkan adayı ABD’de Başkan seçilmeyi -hem de ciddi sayıda delege farkıyla- başarmıştır.

Cinsiyet bazında oy verme davranışı

Donald Trump’ı ABD Başkanlığına taşıyan seçimlerde dikkat çeken dördüncü konu ise, cinsiyet bağlamında yaşanan ilginç kutuplaşma oldu. Clinton’ın “ABD'nin ilk kadın Başkanı” vurgusu ve feminist siyaseti, istatistiki verilere göre seçmen nezdinde geri tepti. Nitekim Clinton, feminist siyasetiyle kadınları birleştirmek isterken, aslında erkek seçmeni tepkisel olarak Trump’a yönlendirmiş oldu. Sonuçta, Trump, erkek seçmenden yüzde 53 oranında destek alırken, Clinton’a ise sadece yüzde 41 destek verildi.[35] Kadın seçmenler açısından durum tam tersi olsa da (Clinton’a yüzde 54, Trump’a yüzde 42 destek), erkeklerin siyasete daha ilgili oldukları ve daha yoğun oy kullandıkları da düşünülürse, “cinsiyet temelli feminist siyaset Clinton’ı başarısızlığa sürüklemiştir” tespiti burada rahatlıkla yapılabilir.

2016 ABD Başkanlık seçimlerine damgasını vuran beşinci önemli etken ise, bence radikal dinci IŞİD terörü ve Türkiye başta olmak üzere Ortadoğu’da yayılan İslamcı siyasete tepki olarak, Hıristiyanlık değerlerinin Amerikalı seçmen tarafından daha çok sahiplenilmesi oldu. Her ne kadar Katolik Hıristiyan oyları açısından Demokratlar rakiplerine kıyasla daima önde olsalar da, genel olarak muhafazakâr-dindar seçmenden ve özellikle Protestanlardan tarihsel-geleneksel olarak daha çok destek alan Cumhuriyetçiler[36], bu avantajı Donald Trump liderliğinde çok iyi kullandılar ve zafere ulaştılar.

Seçimleri değerlendirirken kullanılabilecek altıncı önemli husus, İngilizce “bandwagon effect” (sürü psikolojisi)[37] olarak ifade edilen ve Trump’ın medya görünürlüğü ve popülarite anlamında skandal ve gaflarıyla rakibine oranla çok üstün bir görüntü çizmesinin kendisine verdiği avantajla, seçmenleri belli bir doğrultuda güdülendirmesi ve kararsız-bilinçsiz seçmeni sürü psikolojisi içerisinde oy vermeye yönlendirmesidir. Trump, daha çok şirketlerin kullandığı bu tekniği bu seçim kampanyası döneminde çok iyi kullanmış ve mevcut olan önyargı ve korkular, özellikle de İslam ve yabancı (göç) karşıtlığı gibi temalar üzerinden seçmeni mobilize etmeyi başarmıştır. Trump’ın caz şarkılarına ve Hollywood filmlerindeki “çılgın Amerikalı patron” imajına uygun hayatı ve tavırları da, açıkçası bu doğrultuda çok etkili ve başarılı bir propaganda malzemesi olmuş ve seçmenleri motive etmiştir. Sabancı Üniversitesi’nden Siyaset Bilimi’nin Türkiye’deki duayen isimlerinden Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu da bu duruma dikkat çekmiş ve Trump’ın korku politikasının işe yaradığını söylemiştir.[38]

Burada yedinci ve son etken olarak vurgulamak istediğim konu ise, dünya genelinde sağ popülizmin son dönemde büyük bir atağa kalkmış olmasıdır. Avrupa’daki aşırı sağ İslamofobik partilerin yükselişi, Birleşik Krallık’ta gerçekleşen Brexit referandumu ve son olarak Amerika’daki Trump örneği[39] net olarak göstermiştir ki, küreselleşmeden yeterince pay alamayan alt ve orta sınıflar, sol bir alternatife yönelmedikleri takdirde kolaylıkla aşırı sağın argümanlarına kanabilmekte ve çareyi ırkçı-korumacı siyasette bulabilmektedirler. İngiliz İşçi Partisi (Labour Party) lideri Jeremy Corbyn de bu duruma dikkat çekmiş ve Trump’ın zaferinin iyi işlemeyen Amerikan kapitalizminin bir sonucu olduğuna vurgu yapmıştır.[40]  Cumhuriyet gazetesinden Ergin Yıldızoğlu ise, bu noktada aslında popülizmin değil, reaksiyoner sağcılığın dünyadaki yükselişine dikkat çekmiş ve Prof. Dr. Mark Lilla’nın “Shipwrecked Mind” eserine[41] referansla, Trump’ın statükonun ezberini bozan yaklaşımının başarısını anlamaya/açıklamaya çalışmıştır.[42] Hakikaten de, sınıfsal siyasetin bittiği noktada kültürel siyaset ve kimlik politikaları başlamakta ve alt sınıfların öfkesi genellikle bu yöne kanalize olmaktadır.

Trump'ın Kabinesi
Yeni seçilen ve 2017 yılı Ocak ayında Beyaz Saray’a yerleşecek olan Donald Trump’ın kabinesi hakkında çeşitli iddialar ortaya atılmaktadır. Trump’ın Başkan Yardımcısı Mike Pence dışında, Dış İşleri Bakanı olarak Newt  Gingrich, Adalet Bakanı olarak eski New York Valisi Rudy Giuliani, Ticaret Bakanı olarak Chris Christie, Savunma Bakanı olarak Jeff Sessions, Ulusal Güvenlik Danışmanı olarak Michael Flynn ve Hazine Bakanı olarak Steven Mnuchin’le çalışacağı BBC tarafından iddia edilmiştir.[43] Trump’ın, Başkanlığa başlayacağı Ocak ayına kadar CIA, ABD Dış İşleri Bakanlığı ve Pentagon gibi kurumlar tarafından çok iyi bir şekilde Başkanlığa hazırlanması gerekmektedir. Zira bugüne kadar verdiği demeçler incelendiğinde, dış politika konusunda yeterince tutarlı ve bilgili olmadığı görülmektedir. Bu, siyasete yeni giren bir kişi için bir ölçüde anlaşılabilir bir durumdur. Ancak Trump'ın bundan sonrasında da böyle devam etmesi, ABD’yi dış politikada anlaşılması zor ve müttefiklerinin gözünde güvenilmez bir aktör haline getirebilir. Bu nedenle, Trump’ın çok hızlı ve kaliteli bir eğitim sürecinden geçmesi ve Oval Ofis’e öyle girmesi, dahası, kendisine çok güçlü ve bilgili Bakan ve danışmanlar seçmesi gerekmektedir. Aksi takdirde, Trump’ın Başkanlığı, ABD’de kriz ve skandallarla hatırlanan bir dönem haline gelebilir ve kendisinin ikinci dönem için yeniden seçilmesi mucize haline gelebilir. Nitekim seçim kampanyası döneminde kullandığı garip iddialar ve söylemler[44], Trump’ı entelektüel kesimler için -daha şimdiden- adeta “kötü adam” haline getirmiştir ve bunun düzeltilmesi hiç de kolay olmayacaktır.

Mike Pence

Bu noktada, Trump’ın kendisine Başkan Yardımcısı olarak seçtiği Mike Pence’e dikkat çekmekte fayda var. 1959 doğumlu olan Mike Pence[45], daha önce Indiana eyaleti adına Temsilciler Meclisi üyeliği ve Valilik yapmış deneyimli bir isimdir ve Amerikan iç siyasetini -siyasetin dışından gelen- Trump’a kıyasla çok daha iyi bilmektedir. Evanjelist ve dindar bir kişi olan Pence[46], Amerikan muhafazakârları ve şahinlerini temsil eden önemli bir kişi olarak Trump’ın politikalarına yön vermesi muhtemel kişidir. Ancak Pence’in iç politika bilgisinin dışında dış politikada önemli bir deneyimi ve bilgisi yoktur ve bu nedenle Trump’ın seçeceği Dış İşleri ve Savunma Bakanları çok bilgili ve deneyimli kişiler olmalıdır. Aksi takdirde, Trump dönemi büyük bir hüsranla sonuçlanabilir ve ABD, Obama’nın yarattığı büyük sempatinin ardından, yeniden George W. Bush dönemindeki gibi dünyada hiç sevilmeyen bir ülke haline gelebilir. Bu durum ise, ABD'nin yumuşak gücünü azaltır ve ekonomisini de olumsuz etkiler.

Türkiye ile İlişkiler
Türkiye ile ilişkiler konusunda geldiğimizde, herşeyden önce unutulmamalıdır ki, ABD’nin yeni Başkanı olan Donald Trump bir işadamıdır ve Türkiye’de de çeşitli yatırımlara sahiptir. İstanbul’un Şişli bölgesinde Türk medya patronu Aydın Doğan’la birlikte 2010 yılında açılan Trump Towers[47] adlı ultra-lüks bir rezidans yaptırmış olan Trump, yine Doğan’la beraber Mecidiyeköy’de bir alışveriş merkezi de yaptırmıştır. Dünyada yalnızca birkaç ülkede yatırımları olan Trump’ın Türkiye’de önemli yatırımlarının olması ve işadamı olarak geçmişte sık sık Türkiye’ye gelmesi, doğrusunu söylemek gerekirse Türkiye adına büyük bir şanstır ve kendisiyle uzlaşılması durumunda rahatlıkla birlikte siyasal ve ekonomik ortaklıklar geliştirilebileceğine işarettir. Bir işadamının Başkan olması, bazı açılardan avantajlı kabul edilebilir. Zira işadamları, bir işi daha çok kâr-zarar perspektifinden değerlendirmeye yatkındırlar ve ekonomik riskler söz konusu olduğunda ihtiyatlı davrandıkları için, genelde siyaseten de doğru kararlar alabilirler. Buna karşın, sırf ekonomik çıkar temelli düşüncenin bir dezavantajı, siyasal ve etik değerlerin tamamen gözardı edilebilmesi riskidir.

Donald Trump, Fenerbahçe formasıyla Türkiye'de poz vermişti

Türkiye siyasetini pek iyi bilmeyen Trump, buna karşın 15 Temmuz 2016 darbe girişimine karşı çıkmış ve Recep Tayyip Erdoğan’ın otoriter liderliğine destek vermiştir.[48] Nitekim Trump’ın siyasi danışmanı olan Peter Navarro, -Erdoğan'ın en büyük rakibi durumundaki- ABD’de yaşayan ve Türk-Amerikan ilişkilerinde kriz yaratan İslam âlimi ve cemaat lideri Fethullah Gülen’in hem ABD, hem de Türkiye için bir tehdit olduğunu söylemiştir.[49] Trump’ın, Gülen’in iadesi konusunda Obama’ya kıyasla daha büyük çaba göstermesi muhtemeldir. Ancak bir hukuk devleti olan ABD’de, Başkan bile hukuki süreçlere karışamaz ve yetkisi/etkisi sınırlıdır. Bu nedenle, Gülen’in iadesi mümkün olmayabilir. Zira bu cemaat ile ABD’nin ilişkileri çok iyidir ve bu grubun Amerikan yanlısı politikalar izlemeleri nedeniyle ABD siyasal sisteminde büyük destekçileri de vardır.

Trump’ın Türkiye ile geliştirebileceği ortak politikalardan en önemlisi IŞİD’le mücadele olacaktır. Suriye ve Irak'ta IŞİD’i yok etmek istediğini daha önce defalarca belirten ve radikal İslamcılardan hiç hoşlanmadığı bilinen Trump[50], bu konuda Rusya ve Türkiye ile ortak bir strateji geliştirerek, Obama dönemine kıyasla daha başarılı bir performans ortaya koyabilir. Türkiye ve ABD’nin askeri politikalara yatkın ülkeler olmaları, bu noktada Trump açısından önemli bir şanstır. Ancak Kürt meselesi, Türkiye ve ABD arasında bir sorun olmaya devam edecektir. Zira Hillary Clinton gibi PYD’ye net destek vermese de, Trump da daha önce Kürtlerin mücadelesine hayran olduğunu söylemiş ve Kürt karşıtı bir siyaset izlemeyeceğinin sinyallerini vermiştir.[51] Trump’ın muhtemelen Rusya konusunda daha dengeli bir siyaset izleyecek olması da Türkiye’nin lehinedir. Zira bu ülke ile komşu olan ve jeopolitik riskler, ikili ekonomik anlaşmalar ve doğalgaz ihtiyacı nedeniyle Rusya ile bozuşmayı kolay kolay göze alamayan Türkiye, ABD-Rusya ilişkileri gerildiğinde zor durumlara düşmektedir. Obama döneminin son yıllarında bu durum Türkiye’nin canını çok yakmıştır. Ayrıca Oklahoma Üniversitesi Orta Doğu Çalışmaları Müdürü Prof. Dr. Joshua Landis’e göre, Trump’ın Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’a yaklaşımı da Türkiye’den oldukça farklıdır ve bu nedenle iki ülke ilişkilerinde sıkıntı yaratabilir.[52]

İkili ilişkilerde rol oynayacak bir diğer önemli konu ise, Trump’ın ülke içerisinde ve dışarısında İslamcılık (Siyasal İslam) karşıtı demeçlerine ve uygulamalarına devam etmesi durumunda, Türkiye’deki İslamcı Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve İslamcı Adalet ve Kalkınma Partisi’ni kendi seçmenlerinin gözünde zor duruma düşürme ihtimalidir. Bu noktada, büyük bir popülist olan Cumhurbaşkanı Erdoğan, ya ABD ile ilişkileri bozmayı göze alacak, ya da İslamcı siyaset noktasında kendisini yeniden gözden geçirmek durumunda kalacaktır. Bu açıdan, Trump’ın seçilmesi Türkiye’deki seküler muhalefet açısından bir kaldıraç işlevi görebilir. Buna karşın, Trump’ın demokrasi konusunu pek önemsememesi ve otoriter yönetimlere destek vermesi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a kurmak istediği tek parti ve tek adam yönetimi konusunda büyük bir destek haline de gelebilir.[53]

Sonuç olarak, Donald Trump’ın Başkanlığı döneminde Türk-Amerikan ilişkilerinin kötüye gideceği yönünde bir öngörü yapılması şu an için yersizdir. Bunu, zaman ve ortaya çıkan yeni koşullar belirleyecektir. Ancak Trump’ın buyurgan patron tavrıyla Türkiye’ye yaklaşması, Obama döneminin aksine Türkiye ile ilişkileri çok gerebilir ve Türk halkını rencide edebilir. Bu nedenle, Türkiye politikası konusunda kendisine çok iyi danışmanlar seçmesi gerekmektedir. Ayrıca Trump’ın Türkiye’ye kısa süre içerisinde bir ziyaret gerçekleştirmesi de, bu ülkede halk ve devlet eliti tarafından olumlu karşılanabilir ve kendisine yönelik sempatiyi arttırabilir. 

Sonuç
Sonuç olarak, Donald Trump’ın ABD Başkanı seçilmesi ratingler anlamında olumlu görülse de, eğer kampanyası döneminde önerdiği bazı radikal politikaları sürdürürse, dünya barışı ve ekonomik ve siyasal istikrar açısından ciddi riskler taşımaktadır. Birçok uluslararası ve Amerikalı gözlemci, bunu zaten defalarca yazmış ve söylemişlerdir.[54] Dolayısıyla, Trump’a doğru yolu göstermesi gereken Amerikan bürokrasisi ve medyası olacaktır. Trump’ın yalnızca teröristleri ve radikal grupları hedef seçmesi ve uluslararası kurumların meşruiyetlerini zedelemeden askeri politikalar önermesi durumunda, Başkanlığı şaşırtıcı bir şekilde başarılı da geçebilir. Zira Obama döneminde ABD’nin Ortadoğu’da çok pasif kalmasının birçok olumsuz sonucu günümüzde net olarak görülmektedir. Son söz olarak, Trump’ın Başkanlığı konusunda önyargılı olmamak gerektiğini, zira ABD’de de iç siyasetin Türkiye’ye benzer şekilde daha çok popülist argümanlarla yapıldığını belirtmekte fayda var.

Donald Trump’ın Başkan seçilmesinin ardından dünya basınında yer alan bazı karikatürler:







The Simpsons çizgi dizisinde Trump’ın Başkanlığı tam 16 yıl önce öngörülmüştü


Yrd. Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ



[1] Hakkında bilgiler için faydalı birkaç link;
Kampanya sitesi: https://www.greatagain.gov/
[11] Donald Trump hakkında UPA’da yer alan haber ve makale arşivi için; http://politikaakademisi.org/tag/donald-trump/.

Hiç yorum yok: