6 Eylül 2016 Salı

Hasan Ünal Nalbantoğlu'ndan 'Ersatz Yuppie Akademisyen' Kavramı


2011 yılında kaybettiğimiz ODTÜ Sosyoloji bölümünden değerli öğretim üyesi Prof. Dr. Hasan Ünal Nalbantoğlu’nun[1] Toplum ve Bilim dergisinin 97. sayısında yayınlanan “Üniversite A.Ş.de bir ‘homo academicus’: ‘ersatz’ yuppie akademisyen” adlı makalesi, ilginç konusu ve akademisyenlere yönelik sert eleştirel tavrıyla dikkat çekmiş ve Türk akademik yazınında iz bırakmış bir çalışmadır. Bu yazıda, bu makaleyi özetlemeye ve eleştirmeye çalışacağım.

Prof. Dr. Hasan Ünal Nalbantoğlu (1947-2011)

Makalesine Türkiye üniversitelerinin bilimsel uzlaşmanın ötesinde ticari işletme modeliyle yönetilmeye başlamasının yarattığı akademik ethos sorunsalına dikkat çekerek başlayan Nalbantoğlu, daha sonra Hans-Georg Gadamer’in “kitle üniversitesi”ni niteleyen üç eğilim düşüncesini açıklamaktadır. Gadamer’e göre; günümüzün ticarileşen “kitle üniversitesi” koşullarında, “fikirlerle yaşamak” (das Leben in Ideen) idealinden giderek uzaklaşılmakta ve bilimde “neye/kime yarayacak?” (cui bono; wem gefällt es?) sorusu öne çıkmaktadır. Bu ise, üç tür “yabancılaşma” (eine dreifache Entfremdung) yaratmaktadır. Bunlardan birincisi, Universitas Scholarum’un çöküşü ve öğrencilerin “müşteri” olarak düşünülmesinin yolunun açılışı, ikincisi, bilimlerin disiplinler olarak birbirinden koparak bölümleşmesi ve diğerleriyle iletişimsizlik içine düşmesi sonucu çökmeye başlayan Universitas Literarum, bu ilk ikisiyle yakından bağlı üçüncüsü ise, yukarıdaki “cui bono?” sorusunun yol açtığı “dar uzmanlaşma” sorunudur. Bu ortamda, üniversite yaşamını ve “bilim”i kendisine “uğraş” (Wissenschaft als Beruf) olarak seçen kişilerin yaşadığı “akademisyen ahlakı” tartışmaları daha da büyük önem kazanmaktadır.

Yazara göre; günümüz koşullarında akademik ethosu şekillendiren temel olgu, gelecek konusunda büyük bir umutsuzluk ve ütopyasızlık durumudur. Günümüzün ticarileşen üniversite koşullarında, akademisyen, sosyolog Nathaniel Cantor’un yıllar önce dikkat çektiği üzere, “zekâdan yoksun (without being intelligent) ve yalnızca malûmat sahibidir (informed)”. İşte bu noktada, Nalbantoğlu, “ersatz yuppie akademisyen” kavramını devreye sokmaktadır. Yazara göre; Türkiye ve benzeri çevre toplumlarda, biraz da yetiştikleri ortamların lingua francalarının biçimlemesiyle, gelişmiş ülkelerin metropollerindeki üniversiter yaşama gözlerini diken ve ilk olanak çıktığında da bu ülkelere gitmeye ve mümkün olduğunca bu ülkelerde kalmaya gayret eden bir akademisyen tipi türemiştir. Bu kişiler, ilginç bir şekilde mahpushane olarak gördükleri ve dışarıda her fırsatta kötüledikleri Türkiye’deki akademik kadrolarını da bırakmak istemezler. Bu nedenle, yazarın düşüncesinde, Adorno’nun işaret ettiği “asalak psikoloji”nin (parasitäter Psychologie) bir örneği olarak düşünülebilirler. Bunun temellerinde ise, “yayın yap ya da toz ol” (publish or perish) ilkesinin yurtdışında genel kabul görmesi ve ondan da daha önemlisi, bir tür yeni Efendi (Herr) olan Batı akademik dünyasına kabul edilmek isteyen Uşak (Knecht) konumundaki Batı-dışı toplumlardaki akademisyenlerin, kendilerini Batı’ya beğendirme ve kabul ettirme düşüncelerinin onların temel iş motivasyonu olması vardır. Öte yandan, eğitimin, ticarileşmenin doğal bir sonucu olarak akademisyenleri derslerine daha çok ilgi ve öğrenci çekmeye ve öğrencileri memnun etmeye yönlendirmesi ise, onların akademik yeteneklerinden ziyade şovmen niteliklerini geliştirmelerine yardımcı olur. Bu döngü ise, Romalı olmayı kafasına koymuş akademisyenlerin Batı üniversitelerindeki hamallığı üstlenmelerine ve Batılı akademisyenlerin pahalı projeleri için kendilerine vakit yaratmalarına neden olur. Kültür endüstrisi ile iç içe geçmiş Batı’nın akademik düzeni için de, bu, bulunmaz bir nimettir. Bu alanda yaşanan üçüncü dünyaya özgü inanılmaz uluslararası rekabet ise, akademisyenlerin hızla çürümelerine neden olur.

Sonuç olarak, 2003 yılında yayınlanan makalenin Türkiye’nin akademik dünyasında yaşanacak değişimlere önceden ışık tuttuğu ve özellikle solcu-yurtsever kimliğiyle bilinen bir üniversite olan ODTÜ’deki neo-liberal dönüşümü hedef aldığı söylenebilir. Lakin her ne kadar makalede eleştirilen kesim yurtdışında rahat hayatlar süren ve kendilerini kabul ettirmek adına ülkelerine kimi zaman haksız ve abartılı eleştiriler getiren kişiler olsa da, Türkiye’deki zor ekonomik koşullar ve siyasi baskılar nedeniyle belki de en son eleştirilmesi gereken meslek grubu olan akademisyenlere yönelik içeriden yapılan bu sert eleştiriye yönelik olarak da çeşitli eleştiriler getirilebilir. Örneğin, bu makalede Batı akademik dünyasının salt kapitalizm ve menfaat temelinde ele alınması, Batı’nın teknolojik üstünlüğü ve etik gelişmişliğini gölgeleyen bir unsur olarak ele alınmalıdır. Dolayısıyla, yazarın “ersatz yuppie akademisyen” tipolojisi, Türkiye ve dünyadaki akademik sorunlara dikkat çekmek açısından faydalı ve gerçeğin bir bölümüne ışık tutan nitelikte, ama aynı zamanda fazlasıyla acımasız bir çizgidedir. Tüm bunlardan benim çıkardığım sonuç ise, eleştirilerin kişisel ya da meslek grubu odaklı değil, sistemik olarak yapılmasının gerektiğidir.


Yrd. Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ


[1] Hasan Ünal Nalbantoğlu (d. 1947, Ankara - ö. 19 Ocak 2011), Türk sosyolog ve felsefeci. Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde sosyoloji öğrenimi gördü. Londra Üniversitesi’nde yüksek lisans, Hacettepe Üniversitesi’nde doktora yaptı. 1968-1990 arasında Hacettepe, ODTÜ, Durham ve Kaliforniya Üniversitesi, Berkeley’de ders verdi. 1990'dan itibaren ODTÜ Sosyoloji bölümünde ders verdi. 19 Ocak 2011 yılında kanser hastalığının ilerlemesi sebebiyle vefat etmiştir.

Hiç yorum yok: