15 Mart 2016 Salı

2016 Almanya Eyalet Seçimleri


Avrupa Birliği’nin lider ülkesi Almanya’da, yıllardır iktidarda olan Hıristiyan Demokrat Parti (CDU) lideri Angela Merkel ve koalisyon ortağı SPD’nin göç politikası konusunda adeta bir test işlevi gören ve 3 eyalette gerçekleştirilen yerel seçimler, ülkede son dönemde artan huzursuzluğu ispatladı. Ekonomik durumun henüz iyi olmasına karşın artan göçmenler nedeniyle yaşanan sorunlar ve sağ popülizmin sol popülizmin yerini almaya başlaması, Almanya ve Avrupa demokrasisi adına yaklaşan büyük tehlikeyi açıkça gösteriyor. Almanya'da  geçtiğimiz Pazar günü 3 eyalette gerçekleştirilen seçimlerin sonuçları ise şöyle oldu;

Baden-Württemberg eyaletindeki seçimleri, iktidarda bulunan Yeşiller Partisi yüzde 30,5 oranıyla kazandı.[1] 2012’de yapılan seçimlere göre oylarını yüzde 7,5 oranında artıran Yeşiller Partisi, gelecek 5 yıl da iktidarda kalacak. Hıristiyan Demokrat Parti (CDU) ise, yüzde 11,8 oranında oy kaybederek, yüzde 26,9 ile ikinci parti oldu. Yüzde 10,2 oranında oy kaybeden Sosyal Demokrat Parti (SPD) ise, yüzde 12,8 oy aldı. Bu eyalette ilk kez seçimlere katılan AfD ise, yüzde 14,9 oranıyla ilk kez eyalet meclisine girmeyi başardı. Hür Demokrat Parti (FDP) de, yüzde 8,4 oy oranıyla meclise yeniden girmeyi başardı. Rheinland-Pfalz eyaletinde iktidarda bulunan SPD, oylarını yüzde 1,7 arttırarak, seçimleri yüzde 36,8 ile birinci sırada tamamladı. CDU, yüzde 3,2 oranında oy kaybıyla yüzde 32 ile ikinci sırada yer alırken, AfD ilk seçimlerinde yüzde 11,7 oranında oy aldı. Hür Demokrat Parti (FDP) de, oylarını 6,2’ye yükselterek yeniden eyalet meclisine girdi. Yeşiller Partisi ise, yüzde 10,2 oranında oy kaybederek yüzde 5,2’de kaldı. Saksonya-Anhalt eyaletinde, CDU, yüzde 3,3 oy kaybıyla yüzde 29,3 oranıyla bu seçimleri birinci parti olarak tamamladı. Bu eyalette de ilk kez seçimlere katılan AfD partisi, yüzde 23,1 ile ikinci parti oldu. Yüzde 6,9 oranında oy kaybeden Sol Parti (Die Linke) yüzde 16,6’da kalırken, SPD ise yüzde 10,1 oranında oy kaybederek yüzde 11,4 aldı. Yeşiller Partisi yüzde 5,2, FDP de yüzde 5 ile eyalet meclisine girdi.

Seçimin sonuçlarının belli olmasının ardından AfD’nin hızlı yükselişine odaklanan Alman basını, Başbakan Merkel ve koalisyon ortağı Sosyal Demokrat Parti (SPD) Genel Başkanı Sigmar Gabriel’in artık AfD'nin Alman Federal Meclisi’ne girmesini engellenmek için daha fazla kafa yorması gerektiğine dikkat çekiyor. Seçim sonuçları bugüne kadar çok başarılı bir performans sergileyen Merkel ve koalisyon ortağı SPD için yaklaşan tehlikeye dikkat çekiyor. Kendi kalesi olarak bilinen Baden-Württemberg’de 2011 seçimlerine kıyasla 12 puan oy kaybeden CDU’nun yanında, SPD de Baden-Württemberg ve Saksonya-Anhalt gibi güçlü olduğu eyaletlerde neredeyse 10’ar puan oy kaybına uğradı.[2] Seçim sonuçlarını analiz eden Berlin’deki BBC muhabiri Damien McGuinness, “Popülist AfD partisinin daha önce hiç olmadığı kadar başarı kazanması, Alman seçmenlerin Başbakan Merkel’in göçmenlerden yana politikasına ne kadar şiddetle karşı çıktığının göstergesi” şeklinde yorum yapıyor.[3] DW Editörü Marcel Fürstenau ise, seçim sonuçlarını şöyle yorumluyor;” Üç eyalet, üç ayrı partiden unvanını korumayı başaran üç politikacı. Kimse Almanya'daki seçimlerin can sıkıcı ve önceden kestirilebilir olduğunu iddia etmesin. Üç eyalette de zorlu koalisyon pazarlığı başlayacak. Sosyal Demokrat, Hristiyan Demokrat, Yeşiller ve Hür Demokrat partiler işbirliğine açık olmak zorundalar. Seçmen, üç yıl önce, tarihinde ilk kez olmak üzere federal meclise giremeyen Hür Demokrat Parti'yi yeniden eyalet parlamentolarına taşıdı. Böylece Alman liberalizmi yeniden geleceğe kavuştu. Siyasi tansiyonun oldukça yükseldiği bir dönemde bunun sevindirici bir haber olduğu unutulmamalı.”[4]

Ancak bu seçim sonuçlarına karşın, Almanya’nın Suriyeli sığınmacılar konusunda tavrını değiştirmeyeceği yorumları yapılıyor. Zira iktidardaki Merkel ve koalisyon ortakları, bu konuda son derece sorumlu davranıyor ve Türkiye ve Yunanistan üzerindeki yükün hafifletilmesine gayret ediyorlar. Nitekim Başbakan Yardımcısı Sigmar Gabriel, Cumartesi günkü açıklamasında AfD’nin alacağı oyların, hükümetin göç politikasındaki tavrını değiştirmeyeceğini söylemişti.[5] AB’nin lider ülkesi durumundaki Almanya'nın, lider konumunu koruyabilmesi için, elbette bu şekilde davranmaya devam etmesi lazım. Zira Almanya’yı geçtiğimiz yıllarda Avrupa’nın zirvesine taşıyan husus, gerçekleştirdiği ekonomik mucizesi ve siyasal açıdan da AB’nin birliği konusunda öncü ve sorumlu davranmaya başlamasıydı.

Seçimin yıldızı ve en çok dikkat çeken ismi, kuşkusuz Alternative für Deustchland (Almanya İçin Alternatif – AfD) partisi ve bu partinin lideri olan 1975 doğumlu genç kadın siyasetçi Frauke Petry[6] oldu. Sağ popülist ve AB karşıtı (eurosceptic) bir parti olan AfD[7], seçimlerde üç eyalette de iki haneli oy oranlarına ulaşarak eyalet meclisine girmeyi başardı.[8] Henüz 2013 yılında kurulan parti, daha şimdiden Almanya’nın 16 eyaletinden 8’inde temsil ediliyor.[9] Partinin başarısında göçmen krizinin yol açtığı tepkiler ve Petry’nin karizmasının etkili olduğu ifade ediliyor. Aşırı sağcı Fransız kadın siyasetçi Marine Le Pen’e benzer şekilde güzelliğiyle özellikle erkek seçmeni büyüleyen Petry, aslen kimyacı ve aynı Merkel gibi Doğu Almanya doğumlu bir siyasetçi. 4 çocuk annesi olan Petry, zaman zaman yaptığı milliyetçi çıkışlar ve göçmenlere yönelik olarak getirdiği sert tedbir önerileriyle basının ve sağ seçmenin ilgisini çekiyor.  

Frauke Petry

Burada Almanya ve genel olarak Avrupa’da aşırı sağın yükselişine parantez açmak gerekiyor. AB içerisinde ekonomisi bozulan Yunanistan ve benzeri ülkelere geçtiğimiz yıllarda ekonomik açıdan destek durumunda kalan Almanya’da, ekonomik durumlarının beklediği kadar gelişememesi, bir kısım seçmenleri tepkiselliğe itiyor. Bu ortamda ise, Die Linke (Sol Parti) ile temsil edilen sosyalist alternatifin zayıflığı ve SPD’nin giderek liberal bir parti haline gelmesi, seçmendeki tepkinin aşırı sağ alternatiflere kanalize olmasına neden oluyor. Afd ve benzeri aşırı sağ eğilimli partilerin yükselişlerini bu ekonomik temel üzerinden açıklamak mümkün. Tüm bu istikrarsızlık tablosu ise şunu gösteriyor: Günümüzde gelişen ulaşım ve iletişim imkânları nedeniyle, dünyanın bir bölgesinde yaşanan sorunlar, yakın coğrafyaları da fazlasıyla etkileyebiliyor. Bu nedenle, Suriye’deki iç savaşa ve göçmen sorununa acil bir çözüm bulunması, Avrupa ülkeleri ve Türkiye açısından ivedi bir mesele haline geliyor. Bu noktada ise, Batılı ülkelerin harekete geçmek için 2016 ABD Başkanlık seçimlerinin sonuçlarını beklediği gün gibi ortada olsa da, Avrupa’nın demokratik istikrarı adına Türkiye ve AB’nin birlikte hareket etmeleri ve şimdiden birtakım önlemler almaları şart gözüküyor. Aksi takdirde, Türkiye'de ve Avrupa’da bozulan ekonomilere ek olarak, aşırı sağ hareketlerde de patlama yaşanması olası gözüküyor. Almanya özelinde ise, durumun henüz kötü seviyelerde olmadığı ve olası bir genel seçimde, muhtemel oy kaybına rağmen, CDU-SPD koalisyonunun devamını beklemek daha makul bir seçenek olarak duruyor.

Yrd. Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ  


[1] “Almanya'da eyalet seçim sonuçları belli oldu” (2016), Hürriyet, Erişim Tarihi: 15.03.2016, Erişim Adresi: http://www.hurriyet.com.tr/almanyada-eyalet-secim-sonuclari-belli-oldu-40068142.
[2] “5 soruda Almanya’da eyalet seçimleri” (2016), DW, Erişim Tarihi: 15.03.2016, Erişim Adresi: http://www.dw.com/tr/5-soruda-almanyada-eyalet-se%C3%A7imleri/a-19114553.
[3] “Almanya: Yerel seçim darbesi Merkel'i nasıl etkiler?” (2016), BBC Türkçe, Erişim Tarihi: 15.03.2016, Erişim Adresi: http://www.bbc.com/turkce/haberler/2016/03/160314_almanya_secim_merkel
[4] “Yorum: Alman siyasetinde yeni tablo” (2016), DW, Erişim Tarihi: 15.03.2016, Erişim Adresi: http://www.dw.com/tr/yorum-alman-siyasetinde-yeni-tablo/a-19114721.  
[5] “Almanya'da eyalet seçimleri: Merkel'in 'göç sınavı'” (2016), BBC Türkçe, Erişim Tarihi: 15.03.2016, Erişim Adresi: http://www.bbc.com/turkce/haberler/2016/03/160313_almanya_secim.  
[6] Web sitesi için; http://frauke-petry.net/.
[7] Web sitesi için; https://www.alternativefuer.de/.
[8] “5 soruda Almanya’da eyalet seçimleri” (2016), DW, Erişim Tarihi: 15.03.2016, Erişim Adresi: http://www.dw.com/tr/5-soruda-almanyada-eyalet-se%C3%A7imleri/a-19114553.
[9] “Yorum: Alman siyasetinde yeni tablo” (2016), DW, Erişim Tarihi: 15.03.2016, Erişim Adresi: http://www.dw.com/tr/yorum-alman-siyasetinde-yeni-tablo/a-19114721.  

11 Mart 2016 Cuma

American Exceptionalism and Its Effects on the American Foreign Policy


Introduction
American exceptionalism is an important term in analyzing American foreign policy. According to many observers, exceptionalism feeling led to a Janus-faced identity for American foreign policy; isolationalist vs. interventionist-internationalist foreign policy traditions. However, Hilde Eliassen Restad thinks that the term “American exceptionalism” is not successful enough in explaining American foreign policy behaviour until today.[1]

American Exceptionalism: The History of the Term
The term “exceptional” was first used for the U.S. by French aristocrat Alexis de Tocqueville in his work Democracy in America. Visiting USA in 1830s, Tocqueville was impressed by the democratic procedures, meritocracy, social egalitarianism, individualism, commitment to rights and the lack of feudal past in US. Tocqueville noticed that, Protestant sects, by emphasizing individual’s personal relationship to God, also strengthened the spread of these ideals.
Uri Friedman thinks that all countries in the world have some belief and a kind of special nationalism that gives and boosts self-confidence to their nation and ruling elite, but in American case, this is patently universal or even messianic.[2] Strangely, the term was also used by Soviet dictator Joseph Stalin in a pejorative way. Today, the term is experiencing a resurgence in an age of anxiety about American decline. Some examples of statements about American exceptionalism (in chronological order);
  • “There is but a single specialty with us, only one thing that can be called by the wide name ‘American.’ That is the national devotion to ice-water.… I suppose we do stand alone in having a drink that nobody likes but ourselves.” - Mark Twain (1898)
  • U.S. President Woodrow Wilson infuses Paine’s notion of the United States as a bastion of freedom with missionary zeal, arguing that what makes America unique is its duty to spread liberty abroad. “I want you to take these great engines of force out onto the seas like adventurers enlisted for the elevation of the spirit of the human race,” Wilson tells U.S. Naval Academy graduates. “For that is the only distinction that America has.” (1914)
  • Coining a new term, Soviet leader Joseph Stalin condemns the “heresy of American exceptionalism” while expelling American communist leader Jay Lovestone and his followers from the Communist International for arguing that U.S. capitalism constitutes an exception to Marxism’s universal laws. Within a year, the Communist Party USA has adopted Stalin’s disparaging term. “The storm of the economic crisis in the United States blew down the house of cards of American exceptionalism,” the party declares, gloating about the Great Depression. (1929)
  • Echoing Wilson, magazine publisher Henry Luce urgesthe United States to enter World War II and exchange isolationism for an “American century” in which it acts as the “powerhouse” of those ideals that are “especially American”. (1941)
  • A group of American historians — including Daniel Boorstin, Louis Hartz, Richard Hofstadter, and David Potter— argues that the United States forged a “consensus” of liberal values over time that enabled it to sidestep movements such as fascism and socialism. But they question whether this unique national character can be reproduced elsewhere. As Boorstin writes, “nothing could be more un-American than to urge other countries to imitate America”. (1950s)
  • President John F. Kennedy suggests that America’s distinctiveness stems from its determination to exemplify and defend freedom all over the world. He invokes Winthrop’s “city upon a hill” and declares: “More than any other people on Earth, we bear burdens and accept risks unprecedented in their size and their duration, not for ourselves alone but for all who wish to be free”. (1961)
  • In a National Affairs essay, “The End of American Exceptionalism”, sociologist Daniel Bell gives voice to growing skepticism in academia about the concept in the wake of the Vietnam War and the Watergate scandal. “Today”, he writes, “the belief in American exceptionalism has vanished with the end of empire, the weakening of power, the loss of faith in the nation’s future”. (1975)
  • Ronald Reagan counters President Jimmy Carter’s rhetoric about a national “crisis of confidence” with paeans to American greatness during the presidential campaign. “I’ve always believed that this blessed land was set apart in a special way,” Reagan later explains. (1980)
  • The final days of the Cold War raise the prospect that the American model could become the norm, not the exception. “What we may be witnessing is not just the end of the Cold War” but the “end of history as such, that is … the universalization of Western liberal democracy as the final form of human government”, political scientist Francis Fukuyama famously proclaims.
  • In a speech justifying NATO’s intervention in Bosnia, President Bill Clinton declares that “America remains the indispensable nation” and that “there are times when America, and only America, can make a difference between war and peace, between freedom and repression”. (1996)
  • American exceptionalism becomes a partisan talking point as future George W. Bush speechwriter Marc Thiessan, in a Weekly Standard article, contends that there are two competing visions of internationalism in the 21st century: the “‘global multilateralism’ of the Clinton-Gore Democrats” vs. the “‘American exceptionalism’ of the Reagan-Bush Republicans”. (2000)
  • “Like generations before us, we have a calling from beyond the stars to stand for freedom. This is the everlasting dream of America.” - George W. Bush (2004)
  • Amid skepticism about America’s global leadership, fueled by a disastrous war in Iraq and the global financial crisis, Democrat Barack Obama runs against Bush’s muscular “Freedom Agenda” in the election to succeed him. “I believe in American exceptionalism”, Obama says, but not one based on “our military prowess or our economic dominance”. Democratic pollster Mark Penn advises Hillary Clinton to target Obama’s “lack of American roots” in the primary by “explicitly own[ing] ‘American'” in her campaign. (2007-2008)
  • As critical scholarship — such as Godfrey Hodgson’s The Myth of American Exceptionalism proliferates, Obama becomes the first sitting U.S. president to use the phrase “American exceptionalism” publicly. “I suspect that the Brits believe in British exceptionalism and the Greeks believe in Greek exceptionalism” — a line later much quoted by Republicans eager to prove his disdain for American uniqueness. (2009)
  • 80 percent of Americans believe the United States “has a unique character that makes it the greatest country in the world.” But only 58 percent think Obama agrees. — USA Today/Gallup poll (2010)
  • With the presidential race heating up, the phrase gets reduced to a shorthand for “who loves America more.” After making the “case for American greatness” in his 2010 book No Apology, GOP candidate Mitt Romney claims Obama believes “America’s just another nation with a flag”. The president, for his part, invokes Bill Clinton’s “indispensable nation” in his State of the Union address and later declares, in response to Republican critics, “My entire career has been a testimony to American exceptionalism” (2011-2012)

American Exceptionalism: Two Meanings
The term “American exceptionalism” is often used in two different contexts. First, in order to describe distinctiveness of American political and economic institutions. Second, in order to explain normative position of American state against European states avoiding class conflicts, revolutionary upheavals and authoritarian governments with its commitment to liberalism. The U.S., in this case, was a little bit better than its European cousins. The term exceptionalism, in that sense, also brings the notion of superiority. In the 19th century, some claimed that American exceptionalism was a “manifest destiny”, a God-given right for expansion and ruling.
Today, American exceptionalism in the sense of having a different political and economic system is a bit non-sense. Because all nations and countries are somehow different from each other. Thus, exceptionalism is often used to describe the superiority of American political system over the rest of the world. This reflects also a belief and an ideology in the superiority of American values. According to Hilde Eliassen Restad, American exceptionalism has always been an integral part of American national identity. Although national identities and its values can change over time rapidly, exceptionalism has always been around for U.S. national identity and history. This has some effects over American foreign policy as well.

Effects on American Foreign Policy         
American foreign policy and American exceptionalism are interconnected. However, here we have a dichotomy concerning the effect of exceptionalism over the foreign policy; “exemplary exceptionalism” vs. “missionary exceptionalism”. Exemplary exceptionalism is based on the idea that as a country away from the rest of the world -as the New World-, the U.S. should provide an example to the rest of the world without directly engaging in their matters. Missionary exceptionalism on the other hand, suggests that the U.S. should actively encourage and promote and even export its values of democracy and capitalism to the rest of the world. This dichotomy is the basis of different American foreign policy preferences. The exemplary model leads to isolationism (John Winthrop’s ‘City upon a Hill’ speech), whereas the missionary model often leads to internationalism and interventionism (Wilson Principles).
Some authors portray this relationship as cyclical, like a pendulum going towards one side to the other in time. However, it is a fact that until Pearl Harbor attacks, the US foreign policy was mostly isolationist, and after Pearl Harbor, it has been more interventionist and internationalist (unilateral internationalism). Exemplary identity was strengthened by Puritan settlers, although USA was not a promised land in the Biblical sense. Puritans, after their difficult exodus over seas, created an ideal of American Israel or American promised land in the new continent. Puritans were often pointed out responsible for American isolationism in the early years because they wanted to isolate U.S. from Europe. Being away from Europe also created this feeling of isolationism to American settlers. However, earlier settlers saw themselves as the pioneers of English civilization as well. So, they were spreading English civilization, not escaping from it.
Missionary identity on the other hand, was developed in time with the coming of millions of different settlers in addition to Britons to USA. This created a diversity and a chance for a new national identity to emerge. American nationalism was developed after American Revolution and Declaration of Independence and created its own myths different from British identity. By creating a nation on the basis of Enlightenment principles, American nationalism became universalistic over time. Its nationalism was civic, not ethnic and was inclusive, not exclusive. In Daniel Bell’s words, “America was an exempt nation that had been freed from the shackles of history”. The reason for this was that USA was born as modern, as a new nation in a new land away from the history. Thus, the defining characteristic of an American national identity was not really that it was a “nation of immigrants”, but rather, that it was “exceptional” in its blessings of liberty and republicanism. To become an American, one has also to accept the idea of American exceptionalism in addition to migrating there.
Today also the effects of American exceptionalism over the American domestic politics and American foreign policy is seen during the Presidential campaigns. It should be noted that all candidates are positioned somewhere between isolationism and interventionism and there is no pure approach. For instance, Democrat candidate Hillary Clinton can be considered as a hawkish compared to some Republican Presidents in the past. However, traditionally Republicans are known as interventionist and Democrats are as more pro-peace. Two parties’ methods of intervention are also different from each other. Republican Presidents (like the father Bush and his son) prefer land-based military operations whereas Democrat Presidents like Bill Clinton or Barack Obama use often limited military forces and organize bombings or operations to reach a goal. This could turn into disaster as in the case of Operation Eagle Claw during Jimmy Carter presidency or a great success like Bin Laden operation during Obama term.

US Foreign Policy: An Assessment
It is also a fact that since the country (USA) is itself a very young state, foreign policy preferences can change easily in time. Walter Russell Mead claims that U.S. diplomacy has been very successful in the early phases.[3] USA was the most advantageous state after the Napoleonic Wars as well as the First World War. European states were losing their power while the US was strengthening. The result of Second World War was also somehow the same. The US entered the war later, lost less blood in fighting and made greater gains than anybody else after the war. Soviet Russia began to control impoverished Eastern Europe but the US began to exert influence over the rich, intellectually most advanced and technologically more developed Western Europe. USA won the Cold War but also it diffused its language, culture and products worldwide. The US dollar became the international medium of finance. Thus, Europe should learn more from the US unlike the claims of some intellectuals claiming that the US should learn from Europe. With possible exceptions for Switzerland, Sweden and Vatican, the US has done better than anybody else in the 20th century.
The US foreign policy is unique in many ways. Others might have difficulty in understanding it because of its complex and dynamic structure. Some even say, “God has a special providence for drunks, fools and the USA”. During the Cold War, the American state created Cold War myths; a mixture of facts, interpretations and fiction, intended to meet the needs of the nation at this specific point in history. There were two elements in Cold War myths; one part about them, one part about USA. The part about them was that communism was a united global force engaged in imposing its vicious ideology in every point. This was not totally correct but it was needed to make American public ready for interventionist foreign policy. It was also useful for aligning with European states and pro-Western states close to Russia (e.g. Turkey). The myth about USA on the other hand was more accurate. It was about American intention to change largely isolationist foreign policy into an interventionist one. Until that time, American public did not know too much about the rest of the world. Isolated from the old continents, they had strange ideas about how foreign affairs work. The US was like a rich and beautiful girl educated in a strict convent, said the Cold Warriors, its past experience was of very little use in dealing with its new surroundings and situation. American people largely believed -in Kissinger’s words- that constant peace is normal condition and possible. However, if US wanted omelets, it has to break eggs. The mythmakers of the Cold War were successful because they buried isolationism.
Many valuable people served as American diplomats and Presidents in history. All achieved to tie the success of American foreign policy to the prosperity and happiness of the average American family. There have been some fundamental traditional concerns in US foreign policy:
  1. Freedom of the seas: From the early years, the US has considered the right of its citizens, goods and ships to travel freely in international waterways in times of peace and war to be vital national interest.
  2. Open Door: The second traditional concern was “open door”. It was and it is essential for USA and its firms to find markets and customers around the world in order to keep economic growth.
  3. Global Orientation: There is no ocean from which American commerce is willing to be excluded. US foreign policy was globally oriented.
Pro-democratic expansion helped USA a lot and increased the popularity of the US governments. However, this never meant US governments did not follow national interests. US Presidents and governments led to many wars, military operations and supported different groups against each other for national interests or international reasons.

Dr. Ozan ÖRMECİ

[1] See; Hilde Eliassen Restad (2011), “The Past in Political Science: American Exceptionalism and U.S. Foreign Policy”, Norwegian Institute of International Affairs (NUPI), A paper presented to the ECPR conference, Reykjavik, Iceland, August 2011, http://ecpr.eu/filestore/paperproposal/b794a228-2972-4fc7-ae16-3b309e417416.pdf.
[2] See; Uri Friedman (2012), “American Exceptionalism: A Short History”, Foreign Policyhttp://foreignpolicy.com/2012/06/18/american-exceptionalism-a-short-history/.
[3] See; Walter Russell Mead (1994), “The American Foreign Policy Tradition”, World Policy Journal, Winter 1994/1995, Vol. 11, No: 4, pp. 1-17.

4 Mart 2016 Cuma

Türkiye Politikaları Bağlamında Hillary Clinton ve Donald Trump


Geçtiğimiz gün yapılan ve “Süper Salı” adı verilen ön seçimler sonucunda, ABD’de 8 Kasım 2016 tarihinde yapılacak olan Başkanlık seçimlerinde yarışacak adaylar büyük ölçüde netleşti: Hillary Clinton (Demokratlar) ve Donald Trump (Cumhuriyetçiler). Daha önceki bir yazımda ön seçimlerde ter döken iddialı Başkan adaylarının genel vizyonlarını zaten özetlemiştim.[1] Ancak bu yazıda, sona kalacak iki aday olan Clinton ve Trump’ın Türkiye politikaları özelindeki düşüncelerini özetlemeye çalışacağım.


Hillary Clinton

Daha önce Dış İşleri Bakanlığı yapmış olmasının getirdiği tecrübe sayesinde gerek dünya politikası, gerekse de Türkiye konusunda Trump’a kıyasla çok daha bilgili olduğu gözlemlenen, ancak bu dönemde yaşanmış olan bazı olumsuzluklar nedeniyle çeşitli eleştirilere de konu olan Hillary Clinton, kısa bir süre önce yayınladığı “Hard Choices” (Zor Seçimler) adlı kitabında[2], Türkiye ve Türk siyasetçiler hakkında bazı düşüncelerine de yer vermiştir. Kitabında “Türkiye’nin Endonezya gibi demokrasi, modernlik, kadın hakları, laiklik ve İslam’ın bir arada yaşayıp yaşayamayacağını test ettiğini ve Ortadoğu’daki diğer insanların Türkiye’yi bu noktada izlediğini” belirten Clinton, Türk-Amerikan ilişkilerinde hırslı bir siyasetçi olarak nitelendirdiği Erdoğan’ın kilit kişi olduğunu yazmıştır.[3] Yine aynı kitapta, Clinton, Başbakan Ahmet Davutoğlu içinse “Davutoğlu, bulunduğu makama tutku ve bilgelik getirdi, yapıcı ve dostça bir çalışma ilişkisi geliştirdik ve çok defa gerginlik olmasına rağmen hiçbir zaman kopmadık” diyerek Davutoğlu ile yakın mesaisini belirtmiştir.[4] Clinton, kitabında Erdoğan’ın son dönemde otoriterleşmeye başlayan çizgisi konusunda ise eleştirel bir duruş sergilemiştir.[5] Suriye konusunda Obama’ya kıyasla daha şahin bir isim olan Clinton, uçuşa yasak bölge ilan edilmemesi ve ılımlı muhalefetin yeterince silahlandırılmaması konularında Obama yönetimini eleştirmiştir.[6] Demokrasi vurgusu ve ılımlı İslam düşüncesi nedeniyle Trump’a kıyasla Türkiye’ye daha yakın bir siyasetçi olduğu gözlemlenen Clinton[7], Suriye konusunda da Esad’a karşıt olması bağlamında Türkiye’den daha çok destek alabilir. Ancak Obama yönetiminin Suriye’deki pasif politikalarını devam ettirmesi halinde, Clinton’ın Suriye politikası Türkiye’nin işine gelmeyebilir. Zira Suriye’de Esad yönetimi, PKK uzantısı olan PYD-YPG ve IŞİD gibi üç farklı düşmanla karşı karşıya kalan Türkiye, önümüzdeki dönemde askeri-güvenlik politikalarına yönelmek zorundadır. Hillary’nin bir diğer önemli artısı ise Türkiye-İsrail ilişkilerini düzeltebilecek bir konumda olmasıdır.[8] İsrail’de sevilen bir siyasetçi olan Clinton, Demokrat bir Başkan olan Obama döneminde İsrail’deki sağ Netanyahu hükümetiyle ABD arasında yaşanan sorunları da çözebilecek uzlaştırıcı bir isimdir. Suriye konusunda henüz bir kara operasyonu için yeşil ışık yakmayan Clinton, buna karşın IŞİD hedeflerini daha fazla bombalama ve uçuşa yasak bölge önerisinde ısrarcıdır.[9] Buna ek olarak, Clinton, Türkiye’nin IŞİD konusunda daha katı bir tutum alması gerektiğini belirtmektedir.[10] Ayrıca Clinton’ın şu sıralar Türkiye’de terör örgütü muamelesi gören ılımlı İslamcı Fethullah Gülen cemaatinden yoğun bağış alması da ABD’de eleştiri konusu yapılmaktadır.[11] Clinton’ın Başkanlığı döneminde Türkiye ile ABD arasındaki model ortaklığın hız kesmeden devam edeceği, ancak otoriterleşme ve kadın hakları gibi konularda çeşitli sorunlar yaşanabileceği öngörülebilir.


Donald Trump

Kendi başına yapmış olduğu inanılmaz servetin de ispatladığı üzere iş yapmayı bilen ve ticari zekâsı yüksek bir isim olan ABD Başkan adayı Donald Trump, öncelikle Türkiye’de de çeşitli yatırımlara sahiptir. İstanbul’un Şişli bölgesinde Türk medya patronu Aydın Doğan’la birlikte 2010 yılında açılan Trump Towers[12] adlı ultra-lüks bir rezidans yaptırmış olan Trump, yine Doğan’la beraber Mecidiyeköy’de bir alışveriş merkezi de yaptırmıştır.[13] Trump’ın Müslümanlara yönelik sözleri iş ortağı Doğan’ı da zor duruma düşürmüş ve Doğan, Trump’ı kınamak zorunda kalmıştır.[14] Müslümanlara ve göçmenlere karşı sert sözleriyle dikkat çeken Trump, bugüne kadar hâlihazırdaki ABD Başkanı Barack Obama, Katolik dünyasının ruhani lideri Papa Franciscus, Cumhuriyetçi Parti’nin bir önceki Başkan adayı Mitt Romney[15] ve daha birçok ünlü kişi tarafından düşünceleri nedeniyle eleştirilmiş sivri bir isimdir.[16] Ancak Trump’ın Müslümanlara yönelik kullandığı ayrımcı dilin, Türkiye’de benzerleri farklı gruplara karşı Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından sıklıkla kullanılan popülist iç politik argümanlar olduğu algısı Türkiye’de de hayli yüksektir. Bu nedenle Trump’a yönelik tepkiler, bu ülkede -İslamcı basın haricinde-[17] neredeyse hiç yoktur. Siyaset Bilimi Profesörü Ersin Kalaycıoğlu’na göre; Trump’ın “ABD müttefiki olan Müslüman nüfusu yoğun Suudi Arabistan ve Türkiye gibi ülkelerle hiçbir sorunu yoktur”.[18] Ayrıca Trump’ın, Suriye konusunda Körfez ülkelerinden toplayacağı fonlarla ülke içerisinde göçmenler için güvenli bir bölge kurma önerisi, 3 milyona yakın göçmene ev sahipliği yapan ve ekonomik açıdan çok zor günler geçiren Türkiye’nin de işine gelebilecek önemli bir açılımdır.[19] Trump’ın Vladimir Putin ve Kim Jong-un gibi otoriter liderlere övgüler yağdırması, Başkan olursa Türkiye’de de insan hakları ihlalleri konusunda bu ülkeyi fazla sıkıştırmayacağı algısı yarattığı için, iktidardaki AK Parti çevrelerinde olumlu puan toplamasına neden olabilir. Zira son dönemde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Türk tipi Başkanlık söylemleri ve muhaliflere yönelik baskılar nedeniyle Türkiye’deki hükümete yönelik otoriterleşme eleştirileri de dünya basınında hızla artmaktadır. Ancak büyük oranda İslamcı bir tabana hükmeden bu partinin, bu durumda tabanını yönlendirme konusunda biraz zorlanması gibi bir durum söz konusu olabilir. Daha önce bu konuda inanılmaz büyük başarılar gösteren bir siyasetçi olan Tayyip Erdoğan, bu konjonktürü ustalıkla yönetebilecek ve eğitimsiz kesimleri farklı kültürel politikalarla sakin tutabilecek bir isim olduğu için, Trump’ın seçilmesi durumunda onunla çok yakın bir işbirliği içerisine girebilir. Zira Suriye’de IŞİD hedeflerine yönelik bir askeri müdahale de, Trump’ın Başkanlığında daha olası gözükmektedir ve bu konu, artan güvenlik riskleri nedeniyle Türkiye’nin de işine gelecektir. Ancak Trump’ın, Rus lider Putin’e benzer şekilde Türkiye’yi IŞİD tarafında olmakla suçlaması[20], Trump’ın seçilmesi durumunda ilk başlarda ikili ilişkilerde bir güvensizlik ortamının doğmasına neden olabilir. Yine de Trump’ın Başkanlığı, Türkiye ile ilişkilerin bozulacağı anlamına kesinlikle gelmez. Zira herşeye rağmen laik bir ülke olan Türkiye, IŞİD terörü ve artan radikal İslamcılık nedeniyle çok zor günler geçirmektedir ve bu nedenle Batı ile (ABD ve AB) olan ittifakına son aylarda daha büyük özen göstermeye başlamıştır. Bir NATO üyesi olan Türkiye, Trump’ın Başkanlığında bölgede askeri açıdan çok önemli roller üstlenebilir. Ayrıca Trump’ın da, Başkan seçilirse şimdilerde oy almak için kullandığı aşırı söylemlerden geri adım atması kesin gibidir. Zira ABD’nin Müslüman dünyasında çok önemli bağlantıları ve ittifakları bulunmaktadır. Yine de bu konuda, Clinton’ın şansı Trump’a kıyasla daha fazladır.

Son olarak, ABD Başkanlık seçimleri değerlendirilirken şu akılda tutulmalıdır; ABD, Türkiye gibi Müslüman nüfusu yoğun bir ülke değildir. Oy veren vatandaşların büyük çoğunluğu Hıristiyandır ve bu kişilerde İslam ve Müslüman algısı hiç de olumlu değildir. ABD seküler bir ülke olmasına karşın, bu ülkede dindar hatta bağnaz Hıristiyan grupların etki alanları hiç de azımsanmayacak kadar güçlüdür. Milliyetçilik de ortalama Amerikan seçmeni açısından güçlü bir eğilimdir. Dahası, ABD’nin en etkili lobi gruplarından olan Yahudiler de, İslamcı hareketler karşısında güvenlik riskleri yaşayan İsrail’e olan bağlılıkları nedeniyle bu konuda genel Amerikan seçmeninin çizgisiyle uyumlu durumdadır. Bu nedenle, Türkiye’deki insanlara garip gelen Trump’ın kullandığı söylemler, ABD özelinde o kadar da garip karşılanmayabilir. Ancak ABD’deki göçmen ve Müslüman oyları, bu seçimde elbette Trump’tan ziyade Clinton’a gidecektir. Bu nedenle seçim muhtemelen başabaş geçecektir. Son anketler Clinton’ı Trump karşısında kesin favori olarak işaret etse de[21], son düzlükte Trump da popülaritesi ve esprili kişiliği sayesinde atağa kalkabilir. Dahası, Amerikan tarihinde hiç kadın Başkan olmaması, Trump’ı ortalama seçmen açısından daha cazip hale getirebilir. Ancak şu an için Clinton’ın daha önde olduğu ve favori aday olarak gözüktüğü kesin olarak belirtilmelidir. Türkiye açısından kimin daha iyi bir Başkan olacağı ise, Türkiye’de de siyasi partilerin birbirinden oldukça farklılaşan vizyonları nedeniyle cevaplanması kolay olmayan bir sorudur. Ancak Clinton’ın Trump’a kıyasla Türkiye’ye biraz daha yakın bir isim olduğu söylenebilir. Clinton’ın eşi ve eski ABD Başkanı Bill Clinton’ın da Türkiye’de en sevilen ABD Başkanlarından biri olduğu hatırlanırsa, Clinton ismi Türk halkına Trump’a kıyasla çok daha sıcak gelecektir. Ancak Trump’ın Başkan seçilmesini de bir felaket senaryosu olarak görmemek gerekir. Zira ekonomik düşünen bir siyasetçi olan Trump, kârlı olduğu sürece Türkiye ile ilişkileri geliştirmekte hiçbir sakınca görmeyecektir.

Yrd. Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ


[1] Bakınız; Ozan Örmeci (2015), “İddialı ABD Başkan Adaylarının Vizyonları”, Uluslararası Politika Akademisi, Erişim Tarihi: 04.03.2016, Erişim Adresi: http://politikaakademisi.org/2015/12/22/iddiali-abd-baskan-adaylarinin-vizyonlari/.
[3] “Hillary Clinton’ın gözünden Türkiye” (2014), Radikal, Erişim Tarihi: 04.03.2016, Erişim Adresi: http://www.radikal.com.tr/dunya/hillary-clintonin-gozunden-turkiye-1196542/.
[4] “Hillary Clinton’ın gözünden Türkiye” (2014), Radikal, Erişim Tarihi: 04.03.2016, Erişim Adresi: http://www.radikal.com.tr/dunya/hillary-clintonin-gozunden-turkiye-1196542/.
[5] Tolga Tanış (2014), “Hillary Clinton kitabında Türkiye’yi anlattı”, Hürriyet, Erişim Tarihi: 04.03.2016, Erişim Adresi: http://www.hurriyet.com.tr/hillary-clinton-kitabinda-turkiyeyi-anlatti-26586131.
[6] “Clinton: Uçuşa yasak bölge ilân etmeliydik” (2015), Al Jazeera Türk, Erişim Tarihi: 04.03.2016, Erişim Adresi: http://www.aljazeera.com.tr/haber/clinton-ucusa-yasak-bolge-ilan-etmeliydik.
[7] “Clinton Türkiye tezine Trump Rusya’ya yakın” (2016), Milliyet, Erişim Tarihi: 04.03.2016, Erişim Adresi: http://www.milliyet.com.tr/clinton-turkiye-tezine-trump/dunya/detay/2202030/default.htm.
[8] “Hillary Clinton, Türkiye ve İsrail arasında köprü olmaya çalıştığını söyledi” (2015), Sözcü, Erişim Tarihi: 04.03.2016, Erişim Adresi: http://www.sozcu.com.tr/2015/dunya/hillary-clinton-turkiye-ve-israil-arasinda-kopru-olmaya-calistigini-soyledi-932246/.
[9] “Hillary Clinton’s ISIS strategy: More bombs, ‘intelligence surge,’ and no-fly zone” (2015), RT, Erişim Tarihi: 04.03.2016, Erişim Adresi: https://www.rt.com/usa/322785-hillary-clinton-isis-strategy/.
[10] “Clinton asks Turkey to ’make up its mind’ on ISIL” (2015), Today’s Zaman, Erişim Tarihi: 04.03.2016, Erişim Adresi: http://www.todayszaman.com/anasayfa_clinton-asks-turkey-to-make-up-its-mind-on-isil_404357.html.
[11] Chuck Ross (2015), “Followers Of A Mysterious Turkish Islamic Cleric Have Donated Heavily To Hillary’s Campaign And Family Charity”, Daily Caller, Erişim Tarihi: 04.03.2016, Erişim Adresi: http://dailycaller.com/2015/11/22/followers-of-a-mysterious-turkish-islamic-cleric-have-donated-heavily-to-hillarys-campaign-and-family-charity/#ixzz41wrJSSsl.
[13] “Aydın Doğan’a Trump Tepkisi” (2015), Sabah, Erişim Tarihi: 04.03.2016, Erişim Adresi: http://www.sabah.com.tr/gundem/2015/12/10/aydin-dogana-trump-tepkisi.
[14] “Turkish business partner condemns Donald Trump's anti-Muslim stance” (2015), The Guardian, Erişim Tarihi: 04.03.2016, Erişim Adresi: http://www.theguardian.com/world/2015/dec/11/donald-trump-towers-istanbul-condemns-anti-muslim-stance.
[15] “Romney: Donald Trump bir sahtekâr” (2016), Sputnik Türkiye, Erişim Tarihi: 04.03.2016, Erişim Adresi: http://tr.sputniknews.com/abd/20160304/1021280236/abd-mitt-romney-donald-trump.html.
[16] “Donald Trump, Müslümanlardan Papa’ya, mültecilerden Obama’ya herkesi topa tuttu” (2016), Euronews, Erişim Tarihi: 04.03.2016, Erişim Adresi: http://tr.euronews.com/2016/03/02/donald-trump-muslumanlardan-papa-ya-multecilerden-obama-ya-herkesi-topa-tuttu/.
[17] Pınar Tremblay (2015), “Türkiye Trump’ın başkanlığına hazırlanıyor”, Al Monitor, Erişim Tarihi: 04.03.2016, Erişim Adresi: http://www.al-monitor.com/pulse/tr/originals/2015/12/turkey-usa-prepares-for-trump-presidency.html.
[18] “Trump’ın Sözleri Türkiye’de Ciddiye Alınmadı” (2016), Amerika’nın Sesi, Erişim Tarihi: 04.03.2016, Erişim Adresi: http://www.amerikaninsesi.com/content/trump-in-sozleri-turkiye-de-ciddiye-alinmadi/3093876.html.
[19] “Donald Trump'tan Türkiye'nin tezine destek” (2016), CNN Türk, Erişim Tarihi: 04.03.2016, Erişim Adresi: http://www.cnnturk.com/video/dunya/donald-trumptan-turkiyenin-tezine-destek.
[20] “Trump aligns with Putin in accusing Turkey of siding with ISIL” (2015), Politico, Erişim Tarihi: 04.03.2016, Erişim Adresi: http://www.politico.com/story/2015/12/trump-putin-isil-turkey-216309#ixzz41w0lUyhD.
[21] “National poll: Clinton, Sanders both top Trump” (2016), CNN Politics, Erişim Tarihi: 04.03.2016, Erişim Adresi: http://edition.cnn.com/2016/03/01/politics/donald-trump-hillary-clinton-bernie-sanders-poll/index.html.