27 Şubat 2015 Cuma

2013 Dünya Turizm Sıralaması


Birleşmiş Milletler’e bağlı Dünya Turizm Örgütü’nün (UNWTO)[1] ülkelerden gelen verileri toplayarak yılda üç kez düzenlemesi ile açıklanan Dünya Turizm Sıralaması barometresi, günümüzde “bacasız sanayi” olarak ifade edilen turizm sektörünün farklı ülkelerdeki gelişmişlik düzeyini göstermesi açısından önemli bir göstergedir. Bu barometre; bölgesel ve toplam uluslarası ziyaretçi sayılarını, uluslarası turizm gelirlerini, turistlerin gittikleri ülkedeki harcamalarını ve en çok ziyaret edilen şehirlerin listesini içermektedir.[2] Bu yazıda 2013 yılı Dünya Turizm Sıralaması Barometresi’nin[3] bazı temel verilerini özetleyeceğim.[4]


2013 yılında dünyada en çok turist ağırlayan 10 ülke: Fransa, Amerika Birleşik Devletleri, İspanya, Çin, İtalya, Türkiye, Almanya, Birleşik Krallık, Rusya, Tayland.

2013 yılı değerlendirmesinde ilk sırayı, 2012 yılında da ilk sırada yer alan[5] ve 85 milyona yakın turist ağırlayan Fransa almıştır. Özellikle balayı tatilleri için ilk akla gelen ülkelerden olan Fransa, Eyfel Kulesi ile simgeleşen tarihi dokusu ile turistler için en cazip destinasyon özelliğini korumaktadır. Fransa’nın turist sayısında her sene yüzde 2 oranında büyüme yakalaması, birinciliğini koruma konusundaki iddiasını da göstermektedir.

Eyfel Kulesi

Listede ikinci sırada Amerika Birleşik Devletleri yer almaktadır. Halen dünyanın en önemli askeri, ekonomik ve siyasi gücü olan ABD, böylelikle turizm sektöründe de ne derece iddialı olduğunu göstermektedir. 2013 yılında 70 milyona yakın turist ağırlayan ABD, yüzde 5 civarında bir artışla bu konuda Fransa’yı ilerleyen yıllarda zorlayacağını göstermektedir.

Özgürlük Heykeli

Barometrede üçüncü sırayı İspanya almaktadır. 61 milyona yakın turist ağırlayan İspanya, böylece Fransa’nın ardından Avrupa’nın en gözde ikinci turizm merkezi olmaktadır. Dördüncü sırada yer alan Çin Halk Cumhuriyeti, 2013 yılında turist sayısında yaşadığı ciddi düşüşe rağmen 58 milyona yakın turistle listede dördüncü sıradadır. Beşinci sırada yer alan İtalya, 48 milyon turist sayısıyla turizm konusunda iddialı bir ülke olduğunu ispatlamaktadır. Altıncı sırada yer alan Türkiye ise, zengin tarihi ve doğal güzelliği sayesinde, bu alandaki yetersiz politikalara karşın üst sıralarda yerini korumaktadır. Türkiye, 2013 yılında toplam 38 milyona yakın turist ağırlamıştır. Yedinci sırada yer alan Almanya, 31,5 milyon turistle bu alanda Avrupa’nın ve dünyanın en iddialı ülkelerinden olduğunu göstermektedir. Sekizinci sırada yer alan Birleşik Krallık (İngiltere), özellikle eski kolonilerinden gelen nüfus sayesinde bu sektörde daima ilk sıralarda yer almayı garantilemektedir. Dokuzuncu sırada yer alan Rusya Federasyonu, otoriter yönetimine yönelik endişelere rağmen, bu sektördeki iddiasını her zaman korumaktadır. İlk 10’da yer alan son ülke ise, özellikle eğlence turizmiyle bilinen Tayland’dır.

2013 yılı Dünya Turizm Sıralaması listesi

Turist sayısı bazındaki bu değerlendirme dışında, gelirler bazında bir sıralama yapıldığındaysa, dünyada ilk 10 ülke listesi şu şekilde oluşmaktadır; ABD, İspanya, Fransa, Çin, İtalya, Tayland, Almanya, Birleşik Krallık, Avustralya ve Türkiye. Turizm sektöründe en çok yatırım yapan ülkeler sıralaması ise şöyledir; büyük farkla ilk sırada yer alan Çin, ABD, Almanya, Rusya, Birleşik Krallık, Fransa, Kanada, Avustralya, İtalya ve Brezilya’dır. Bu da gelecek yıllarda Çin’in bu sektörde de ön sıralara geçebileceğini göstermektedir. Türkiye ise, turizm sektörüne çok yatırım yapan ülkelerden biri olmadığı için, gelecek yıllarda üst sıralardaki yerini koruması zor olabilir.

2013 yılı sıralamasına kıtalar bazında bakıldığında; Afrika’da Fas, Güney Afrika ve Tunus, Orta Doğu’da Suudi Arabistan (dini turizm sayesinde), Birleşik Arap Emirlikleri ve Mısır, Amerika kıtasında ABD, Meksika ve Kanada, Asya-Pasifik bölgesinde Çin, Tayland ve Malezya, Avrupa’daysa Fransa, İspanya, İtalya, Türkiye, Almanya ve Birleşik Krallık’ın ilk sıralarda yer aldığı görülmektedir.

Yrd. Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ


[1] Seyahat ve turizm alanında faaliyet gösteren uluslararası bir kuruluş olan Dünya Turizm Örgütü (UNWTO), 1975 yılında kurulmuştur. Birleşmiş Milletler üyesi 156 ülke, 6 ortak üye statüsündeki ülke ve örgüte bağlı üye statüsünde 400 civarında kuruluş ve şirketten oluşan örgütün merkezi Madrid, Genel Sekreteri ise Ürdünlü Taleb Rıfai’dir. Birleşmiş Milletler’in ilkeleri çerçevesinde görev yapan örgütün amacı; uluslararası anlayış, barış, refah ve evrensel değerler ile insan haklarına saygı ilkeleri doğrultusunda, özellikle üye ülkelerin ekonomik gelişimlerini destekler mahiyette dünya turizmine katkıda bulunmaktır. Detaylar için; http://www.mfa.gov.tr/birlesmis-milletler-dunya-turizm-orgutu.tr.mfa. Web sitesi için; http://www2.unwto.org/.
[2] “Dünya turizm sıralaması”, Vikipedi, Erişim Tarihi: 27.02.2015, Erişim Adresi: http://tr.wikipedia.org/wiki/D%C3%BCnya_turizm_s%C4%B1ralamas%C4%B1.

25 Şubat 2015 Çarşamba

2015 Estonya Genel Seçimleri



1991’e kadar Sovyet egemenliğinde kalan, fakat 20 Ağustos 1991 tarihinde Sovyetler Birliği’nin çökmesi ile birlikte bağımsızlığını ilan eden 1,3 milyon nüfuslu küçük bir Baltık ülkesi olan Estonya, bağımsızlığının ardından 2004 yılında önce NATO’ya, hemen sonra da Avrupa Birliği’ne katılmış ve Batı ile olan bağlarını güçlü temeller üzerinde inşa etmiştir. Parlamenter demokrasiyle yönetilen bir ülke olan Estonya’da[1], yeni genel seçimler 1 Mart 2015 tarihinde yapılacaktır. Bu yazıda Estonya genel seçimlerini mercek altına alacağım.

101 üyeli Riigiogu adı verilen Estonya Parlamentosu’na girecek üyeler ve yeni hükümeti belirleyecek olan seçimler, 1 Mart Pazar günü yapılacaktır. Seçimler, D’Hondt sistemi esaslarına göre yapılacak ve ülke genelinde yüzde 5 seçim barajı uygulanacaktır. Ülkede 2011 yılında yapılan son genel seçimlerde; 2007’den beri ülkenin en güçlü siyasi partisi durumundaki ve 2005’ten beri Başbakan olan Andrus Ansip liderliğindeki liberal Estonya Reform Partisi (Eesti Reformierakond) yüzde 28,6 oyla birinciliği elde etmiş, büyük ölçüde ülke nüfusunun 25-26’sını oluşturan etnik Rusların desteklediği Edgar Savisaar liderliğindeki Estonya Merkez Partisi (Keskerakond) yüzde 23,3 oyla ikinci olmuş, Mart Laar liderliğindeki muhafazakar Pro Patria ve Res Publica Birliği Partisi (IRL) yüzde 20,5 oyla üçünlüğü elde etmiş ve Sven Mikser Başkanlığındaki sosyal demokrat Estonya Sosyal Demokrat Partisi (Sotsiaaldemokraatlik Erakond) yüzde 17,1 oyla dördüncü sırada yer almıştır.[2] Ancak seçimlerin en dikkat çekici sonucu, 32 bağımsız milletvekilinin Riigiogu’ya girmesi olmuştur. Seçimler sonrasında yıllardır Başbakanlık koltuğunda oturan Estonya Reform Partisi lideri Andrus Ansip, yerini koruyabilmek için muhafazakar çizgideki IRL ile bir koalisyon hükümeti kurmuştur.[3] 1 Mart’ta yapılacak olan yeni seçimler öncesinde ise, 2005 yılından beri Başbakan olan Ansip, yerini bir başkasına devretmeye karar vermiş ve 26 Mart 2014’te Estonya Reform Partisi’nin yeni lideri Taavi Rõivas Başbakanlığında ve bu defa muhafazakar IRL yerine Estonya Sosyal Demokrat Partisi ile koalisyona dayanan yeni bir hükümet kurulmuştur.[4] Seçime kadar bu hükümet görev başında kalmıştır.

Seçimlere bu defa Ansip’e kıyasla daha genç bir isim olan[5] Taavi Rõivas liderliğinde giren Estonya Reform Partisi, yıllar sonra ilk kez bu seçimde birinciliği kaptıracak gibi gözükmektedir. Zira Avrupa Birliği yanlısı ve liberal çizgideki Reform Partisi[6], son anketlerde 22-23 milletvekiline ancak ulaşabilecek gibi gözükmektedir.[7] Bu, partinin son seçimde aldığı 33 milletvekilinin oldukça altındadır. Ancak bunun sebebi, yeni başa geçen Rõivas’tan ziyade, uzun yıllar iktidarda kalan ve yıpranan Ansip’in partinin oy oranını son dönemlerinde düşürmüş olmasıdır.

Taavi Rõivas

Estonya’da 2015 genel seçimlerine favori giren parti ise Edgar Savisaar liderliğindeki Estonya Merkez Partisi’dir (Keskerakond). Son anketlerde 26-27 milletvekiline ulaşacağı görülen Merkez Partisi, oylarının büyük çoğunluğunu ülke nüfusunun dörtte birini oluşturan etnik Ruslardan alan bir parti görünümündedir.[8] Liberal çizgide olmasına karşın, Reform Partisi’ne kıyasla daha solda kabul edilen parti[9], AB karşıtı değil ancak Rusya’ya da yakın bir çizgidedir. Partinin 1950 doğumlu lideri Savisaar, 1991-1992 yılları arasında Başbakanlık görevinde bulunmuş deneyimli bir isimdir ve halihazırda Tallinn Valisi olarak görev yapmaktadır.[10]

Edgar Savisaar

Anketlere göre seçimlerde üçüncü sırayı alması beklenen parti, Sven Mikser liderliğinde son yıllarda çıkışı devam eden Estonya Sosyal Demokrat Partisi’dir.[11] Partinin bu seçimde en az 18-20 arası milletvekili çıkarması beklenmektedir.[12] Ülkede 2002-2003 yılları arasında ve 2014 yılında Rõivas Başbakanlığında kurulan kabinede Savunma Bakanı olarak görev yapmış Mikser, 1973 doğumlu deneyimli bir isimdir.[13] Seçim sonrasında sosyal demokratların her iki partiye de kilit koalisyon ortağı olma ihtimalleri hayli yüksektir. 

Sven Mikser

Seçimlerde Parlamento’ya girmesi beklenen dördüncü ve son parti ise, 2012 yılında parti başına geçen yeni lideri Urmas Reinsalu ile seçime giren muhafazakar Pro Patria ve Res Publica Birliği Partisi – IRL’dir.[14] 1975 doğumlu olan Reinsalu, 2012-2014 yılları arasında Savunma Bakanı olarak görev yapmıştır.[15] IRL’nin bu seçimde en az 15-16 koltuk elde etmesi beklenmektedir.[16]

Urmas Reinsalu

Ülkede AB karşıtı olmayan bu dört parti dışında, barajı aşması beklenmeyen AB karşıtı bazı küçük partiler de bulunmaktadır. Kısaca EKRE olarak bilinen Estonya Muhafazakar Halk Partisi yüzde 2-4, aşırı milliyetçi Estonya Bağımsızlık Partisi ise yüzde 1 oy düzeylerinde seyretmektedir.[17]

Seçimler sonucunda Estonya’da bir koalisyon hükümetinin kurulması beklenmektedir. Bu koalisyona kimin liderlik edeceği ve hangi partilerin koalisyon hükümetini oluşturacağı ise henüz bir muammadır.

Yrd. Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ


[1] Ülkenin, yetkileri büyük ölçüde sembolik bir Cumhurbaşkanlığı makamı da bulunmaktadır. Bu koltukta, -2006'dan beri- Parlamento’nun üstüste iki defa seçtiği diplomat-gazeteci kökenli Toomas Hendrik Ilves oturmaktadır.
[2] “Estonian parliamentary election, 2011”, Wikipedia, Erişim Tarihi: 25.02.2015, Erişim Adresi: http://en.wikipedia.org/wiki/Estonian_parliamentary_election,_2011.
[3] “Andrus Ansip's third cabinet”, Wikipedia, Erişim Tarihi: 25.02.2015, Erişim Adresi: http://en.wikipedia.org/wiki/Andrus_Ansip%27s_third_cabinet.   
[4] “Taavi Rõivas' cabinet”, Wikipedia, Erişim Tarihi: 25.02.2015, Erişim Adresi: http://en.wikipedia.org/wiki/Taavi_R%C3%B5ivas%27_cabinet.   
[5] 1979 doğumludur. Detaylar için; http://en.wikipedia.org/wiki/Taavi_R%C3%B5ivas.
[6] Web sitesi için; http://www.reform.ee/.
[7] “Estonian parliamentary election, 2015”, Wikipedia, Erişim Tarihi: 25.02.2015, Erişim Adresi: http://en.wikipedia.org/wiki/Estonian_parliamentary_election,_2015.   
[8] “Estonian parliamentary election, 2015”, Wikipedia, Erişim Tarihi: 25.02.2015, Erişim Adresi: http://en.wikipedia.org/wiki/Estonian_parliamentary_election,_2015.   
[9] Web sitesi için; http://www.keskerakond.ee/.  
[12] “Estonian parliamentary election, 2015”, Wikipedia, Erişim Tarihi: 25.02.2015, Erişim Adresi: http://en.wikipedia.org/wiki/Estonian_parliamentary_election,_2015.   
[13] Hakkında bilgiler için; http://en.wikipedia.org/wiki/Sven_Mikser.
[14] Web sitesi için; http://www.irl.ee/.
[15] Kendisi hakkında bilgiler için; http://en.wikipedia.org/wiki/Urmas_Reinsalu.
[16] “Estonian parliamentary election, 2015”, Wikipedia, Erişim Tarihi: 25.02.2015, Erişim Adresi: http://en.wikipedia.org/wiki/Estonian_parliamentary_election,_2015.   
[17] Detaylar için; “EU's mainstream parties challenged in 2015 elections “, EU Observer, Erişim Tarihi: 25.02.205, Erişim Adresi: https://euobserver.com/news/127106.

16 Şubat 2015 Pazartesi

2015 Birleşik Krallık Genel Seçimleri


Dünyanın en eski ve köklü demokrasisi kabul edilen, ancak yetkileri büyük ölçüde sembolik düzeyde olan bir monarşinin de halen ayakta olduğu Birleşik Krallık’ta (İngiltere, İskoçya, Kuzey İrlanda, Galler), ülke tarihinin 56. genel seçimleri 7 Mayıs 2015 tarihinde düzenlenecek. Bu yazıda, Birleşik Krallık seçimleri öncesinde ülkedeki son durumu ve siyasal partilerin ve liderlerin pozisyonlarını sizlere özetlemeye çalışacağım.

Hatırlanacağı üzere, ülkede 6 Mayıs 2010 tarihinde yapılan son genel seçimlerde, o dönemde sadece 44 yaşında olan genç lideri David Cameron Başkanlığındaki Muhafazakâr Parti, yüzde 36,1 oyla 306 sandalye kazanarak yarışı ilk sırada tamamlamıştı.[1] Seçimde Muhafazakâr Parti’yi, efsanevi lideri Tony Blair sonrasında büyük oy kaybına uğrayan ve yüzde 29 oyla ancak 258 sandalye elde edebilen Gordon Brown liderliğindeki İngiliz İşçi Partisi izlemiş, üçüncü sırayı da Nick Clegg liderliğindeki Liberal Demokrat Parti yüzde 23 oy ve 57 sandalye ile almıştı.[2] 650 üyeli Avam Kamarası’nda hükümeti kurmak için 326 sandalye gerektiğinden, aslında Cameron ve “torie”ler ilk başta iktidara gelemeyecek gibi gözüküyordu. Ancak seçim sonucunda Muhafazakâr Parti ile Liberal Demokrat Parti arasında bir koalisyon hükümeti kuruldu ve böylelikle 2005 yılından beri partisinin lideri olan David Cameron da nihayet Başbakan oldu. Birleşik Krallık tarihinin 90. hükümeti olan Cameron kabinesinde, 16 Bakanlık Muhafazakarlara, 5 Bakanlık ise Liberallere verildi.[3]

2010 ortalarından beri iktidarda olan David Cameron liderliğindeki Muhafazakar-Liberal koalisyon, iktidarının ilk yıllarında iç siyasette daha çok ekonomik meselelerle ilgilendi. Cameron’ın görevi devraldığı 2010 yılından itibaren Britanya ekonomisi 2010 yılında yüzde 1,9, 2011 yılında yüzde 1,6, 2012 yılında yüzde 0,7 ve 2013 yılında yüzde 1,7 oranlarında büyüdü.[4] Cameron döneminin iç siyasetteki en tartışmalı uygulamalarından birisi, büyük protesto gösterilere rağmen Parlamento’dan alınan kararla 2010 yılında kabul edilen üniversite harçları zammı oldu.[5] Bu  uygulama nedeniyle, her yıl yurtdışından yüz binlerce üniversite öğrencisinin eğitime geldiği adada, 9.000 sterlini bulan yüksek harçlar yüzünden hem ülke dışından, hem de ülke içinden üniversite eğitimi için başvuruda bulunanların sayısının azalmasının ülkede ekonomik kayba neden olduğu ifade edilirken, harçları karşılamak için seks işçiliğine yönelen öğrencilerin sayısında artış yaşanması, ülkede bazı tepkilere de neden oldu.[6] Cameron döneminde iç siyasette yaşanan bir diğer önemli gelişme ise, eşcinsel evliliklere izin veren yasa oldu. Başbakan Cameron ve hükümetine yönelik genelde övgülere neden olan bu yasa, hükümetin liberal çevrelerden aldığı desteği de arttırdı.[7] Ancak son dönemde Cameron hükümetinin, özellikle Nigel Farage ve lideri olduğu Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi – UKIP’ten gelen güçlü sağ muhalefet nedeniyle, göçmenlik konusunda kısıtlama öngören ve AB normlarıyla örtüşmeyen bir yasa üzerinde çalışması, AB yanlısı çevrelerden genelde olumsuz eleştiriler aldı.[8]

Cameron döneminin en önemli ikinci gündem maddesi ise dış politika oldu. Arap Baharı sürecine daha çok ekonomik açıdan yaklaşan Birleşik Krallık hükümeti, Türksam uzmanlarından Tuğçe Çakmaklı’ya göre; bu süreçte “Arap ülkeleriyle ilişkilerini, pragmatik dış politika çerçevesinde yürütülen ‘ticari diplomasi’ kavramı etrafında” şekillendirmeye gayret etmiştir.[9] Yine bu süreçte İngiltere, iç isyanlar nedeniyle güçten düşeceği anlaşılan rejimler karşısında Fransa ile beraber şahin bir tavır göstermiş, örneğin NATO’nun Libya’ya yönelik operasyonlarında başı çeken ülkelerden olmuştur.[10] Suriye’de yaşanan iç savaş konusunda da müdahale yanlısı bir tutum takınan Başbakan David Cameron, müdahaleye destek amacıyla Avam Kamarası’nda yapılan oylamayı ise yalnızca 13 oy farkla kaybetmiştir. Yapılan çeşitli anketler sonucunda, Avam Kamarası'nın bu kararına İngiliz halkının da büyük ölçüde destek verdiği görülmüştür.[11] Kısa bir süre önce Bahreyn’de yeni bir askeri üs elde etme başarısını da gösteren Birleşik Krallık[12], böylelikle Realpolitik perspektiften bakıldığında Orta Doğu politikaları anlamında son yıllarda kazançlı bir görüntü çizmeyi başarmıştır. Koalisyon hükümetinin dış politikadaki önemli bir sorunu ise, Avrupa Birliği (AB) ile ilişkiler alanında olmuştur. AB içerisinde güçlenen Almanya-Fransa ekseni ve Almanya’nın AB’nin genişlemesi sonrasında Avrupa’da adeta bir ekonomik “reich” kurması, bu ülke ile tarihsel rekabeti olan İngiltere’de özellikle iktidardaki muhafazakar sağ çevreleri rahatsız etmiş ve UKIP’ten gelen milliyetçi muhalefetin de etkisiyle, Cameron hükümetinden son dönemde AB’den çıkma yönünde güçlü sinyaller gelmeye başlamıştır.[13] Ancak bu konuda aşırı sağ UKIP ve katı muhafazakarlar dışında Cameron’a net destek veren bir siyasi grup henüz yoktur. Dahası, liberaller ve solun genel anlamda bu konuda aleyhte bir pozisyonları bulunmaktadır. İngiliz halkının da, AB üyeliğinden daha çok, üyelik nedeniyle ekstra maliyetler/yükler üstlenilmesine karşı olduğu düşünülmektedir. Lakin GALLUP’un yaptığı yakın tarihli bir araştırma, İngiliz halkı içerisinde AB’den ayrılmak isteyenlerin oranının yüzde 51’i bulduğunu iddia etmektedir.[14] Bu da, gelecek adına son derece tehlikeli bir sinyaldir. Nitekim Başbakan Cameron da, -daha önce yaptığı bir açıklamada- yeniden seçilirse AB üyeliğini referanduma götüreceğini söylemiştir.[15] Ancak Cameron ve muhafazakarların katı AB karşıtı gözükmeleri, seçim sonrasında halihazırdaki koalisyon partnerleri Liberal Demokrat Parti ile yapılması muhtemel koalisyon hükümetini suya düşürebilir. Koalisyon hükümetinin iktidarındaki son önemli olay ise, İskoçya bağımsızlık referandumunun İskoç halkı tarafından reddedilmesi olmuştur. Bu konu, hükümet hanesine önemli bir başarı olarak yazılırken, “hayır” oylarının yüzde 45’i bulması, gelecek adına bu meselenin henüz tam olarak kapanmadığını göstermiştir.[16]

David Cameron

Seçim öncesinde İngiliz basınında en çok yer alan isim, doğal olarak Muhafazakar Parti lideri Başbakan David Cameron’dır. 2010 yılında Başbakanlık koltuğuna oturan -tam adıyla- David William Donald Cameron, 1966 doğumlu oldukça genç bir politikacıdır.[17] Eton Koleji’nde orta öğrenim gördükten sonra Oxford Üniversitesi’nde Felsefe, Politika ve Ekonomi eğitimi alan Cameron, mezun olduktan sonra 1988-1993 yılları arasında Muhafazakar Parti’nin araştırma bölümünde çalışmıştır. Daha sonra Maliye Bakanlığı’nda özel danışman olarak görev alan Cameron, 2001 yılında yapılan seçimlerde Muhafazakar Parti’den Witney bölgesi milletvekili seçilerek parlamentoya ilk kez adım atmıştır. Avam Kamarası Sosyal İşler Komitesi üyeliğinde bulunan Cameron, 2003 yılı Haziran ayında muhafazakarların gölge hükümetinde Eğitim Bakanı olarak görev aldı. Aynı yıl Aralık ayında Muhafazakar Parti Genel Başkan Yardımcısı seçilen Cameron, 2005 yılı seçimleri sonrasındaki gölge hükümette de Eğitim Bakanı oldu.

6 Aralık 2005 tarihinde Michael Howard’ın istifasıyla boşalan parti Genel Başkanlığına David Davis’i büyük oy farkıyla geçerek seçilen Cameron, bu tarihten sonra anamuhalefet partisi lideri sıfatını kazandı. 5 yıl süreyle önce Tony Blair ve sonra da Gordon Brown hükümetleri karşısında muhalefet eden ve değişim vaat eden Cameron, 6 Mayıs 2010 tarihinde yapılan seçimler sonrası partisini Liberal Demokrat Parti ile birlikte iktidara taşıdı. Böylelikle Cameron, İngiltere tarihinde hem son 200 yıldır seçilen en genç, hem de 1945 yılından sonra ilk kez bir koalisyon hükümeti kuran Başbakan oldu. Cameron, bugüne kadar liberal ve muhafazakar kesimleri bir arada tutmayı başarsa da, AB karşıtı yöneliminin son dönemde artması, seçim sonrasında liberallerle bir arada bulunmasını giderek zorlaştırabilir. Henüz seçime 3 aya yakın bir süre olsa da, yapılan son anketler Cameron ve partisinin yüzde 31-34 dolaylarında bir oy oranına ulaşacağını ve İşçi Partisi ile seçimi başabaş bitireceğini göstermektedir.[18] Bu da, Cameron’ın seçim sonrasında ancak Liberal Demokrat Parti ile bir koalisyon kurması durumunda iktidarını koruyabileceğini göstermektedir. Ancak son dönemde LDP’nin oylarının erimesi, Cameron’ı iktidardan tamamen de uzaklaştırabilir.
Ed Miliband

Seçimlere bu defa çok iddialı giren İşçi Partisi ve lideri Ed Miliband ise, 1969 doğumlu ve aynı Cameron gibi çok genç bir politikacıdır.[19] Londra doğumlu ve ünlü Marksist yazar Ralph Miliband’ın oğlu olan Ed Miliband, Yahudi asıllı ve II. Dünya Savaşı’ndan önce Nazi Almanya’sından kaçıp İngiltere’ye göçmen olarak yerleşen bir ailenin çocuğudur. Babası İngiltere’de Markist kökenli politika ve siyaset kritiği olarak isim yapan Miliband, ilk öğrenimini Londra’da bir devlet okulunda ve orta öğretimini yine Londra’daki bir devlet okulu olan Haverstock Comprehensive’de tamamlamıştır. İlerleyen yıllarda Miliband, Oxford Üniversitesi’nde Corpus Christi Koleji’nde eğitim almış ve Felsefe, Politik ve Ekonomi dalında lisans derecesi sahibi olmuştur. Daha sonra LSE’de iktisat üzerine yüksek lisans derecesi de alan Miliband, gençliğinde ayrıca LBC Radyosu’nda “Genç Londra” programında muhabir olarak çalışmış ve İşçi Partisi’nin iyi bilinen sol eğilimli politikacılarından Tony Benn’in yanında staj yapmıştır. Üniversiteyi bitirdikten sonra kısa bir müddet televizyonculuk da yapan Miliband, daha sonraları İşçi Partisi gölge kabinesinde ilk olarak gölge Hazine İşleri Bakanı Harriet Harman, daha sonra da gölge Maliye Bakanı Gordon Brown için araştırmacılık yapmıştır. 1997’de İşçi Partisi iktidara gelince, Maliye Bakanı olan Gordon Brown’ın özel danışmanlarından biri olan ve onun konuşmalarını hazırlamaya başlayan Miliband, 1999’da danışmanlık görevinden istifa ederek İskoçya’da yeni kurulmuş olan bölgesel parlamentoda İşçi Partisi lideri ve hükümet başkanı olan Donald Dewar’ın seçim işleri ile ilişkili başdanışmanlığını yapmıştır. Bu süreçte partinin 1999 seçim manifestosunu hazırlayan ve partisini İskoç Parlamentosu’nda çoğunluğa taşıyan Miliband, 25 Temmuz 2002 ile Aralık 2003 tarihleri arasında parasız izinle ABD’de Harvard Üniversitesi Avrupa Etüdleri Merkezi’ne misafir öğretim üyesi olarak gitmiş ve burada ders vermiştir.

Ocak 2004’de İngiltere’ye dönen Miliband, Hazine Bakanlığı’nda Ekonomik Danışmanlar Kurulu Başkanlığı görevini üstlenmiştir. 2005 yılında Doncaster North milletvekili olan Kevin Hughes’ün sağlık sorunları nedeni ile gelecek seçimde aday olmaması üzerine, parti yerel örgütlerinin büyük desteğiyle Mayıs 2005 seçimlerinde Doncaster North’dan aday olan Miliband, açık farkla milletvekili seçilmeyi başarmıştır. 2006’da Başbakan Tony Blair tarafından vakıflar ve hayır kurumlardan oluşan "üçüncü sektör" işleri ile ilgilenmek üzere Başbakanlık ofisinde parlamento sekreteri yapılarak Bakanlık yolunda ilk adımını atan Miliband, 2007’de Gordon Brown Başbakan olunca Lancaster Düklüğü Şansölyesi ünvanı ile Bakanlığa getirilmiştir. Kabinede ağabeyi David Miliband ise çok daha önemli bir görev kabul edilebilecek olan Dış İşleri Bakanlığı görevini üstlenmiştir. 2008’de yeni kurulmuş olan "Enerji ve İklim Değişmesi" adlı devlet dairesi görevleri ile Bakan olan Miliband, 2010 yılında ağabeyi David Miliband’ı mağlup ettiği kongre sonrasındaysa İşçi Partisi Genel Başkanı olmuştur.[20] Partide ideolojik anlamda büyük bir değişikliğe ya da yenilenmeye gitmemesine karşın, gençliği ve sempatikliğiyle parti oy oranlarını son dönemde arttırmayı başaran Miliband, seçimler öncesinde yapılan son anketlerde yüzde 33-35 gibi yüksek oy oranlarıyla favori aday görünümüne gelmiştir.[21] Miliband ve Labour’ın en büyük sorunu ise, bu oy oranları ile tek başlarına iktidara gelemeyecekleri için SNP, LDP veya bir diğer partinin desteğine ihtiyaç duymalarıdır. Bunu doğrularcasına, İşçi Partisi’ne yakın geçmişte üç dönem üstüste (1997, 2001, 2005) zafer kazandırmış ama Irak Savaşı ve ABD’ye aşırı yakınlığı nedeniyle daha sonra gözden düşen ve 2007’de görev süresi dolmadan istifa etmek zorunda kalan eski Başbakan Tony Blair de, bu seçimde partisinden bir zafer beklemediğini[22], ancak yine de Ed Miliband’a yardım etmek için elinden geleni yapacağını söylemektedir.[23] İşçi Partisi’nin seçim sonrasında çoğunluğu sağlayabilmek için İskoç Ulusal Partisi (SNP) ve Liberal Demokratların desteğine ihtiyaç duyacağı kolaylıkla öngörülebilir. Lakin SNP ve Labour’ın her ikisi de seçime kadar oy oranlarını arttırabilirlerse, LDP olmadan bir ikili koalisyonun kurulması da imkanlar dahilinde gözükmektedir.[24] Ancak bu durumun İskoç ayrılıkçılığını körükleyeceği ve ülkedeki iç istikrarı bozacağından endişe edilmektedir.
Nick Clegg

Geçmişte tamamen iki partili olan İngiliz siyasal sistemine 1990’larda üçüncü aktör olarak dahil olan Liberal Demokrat Parti ise, liderleri Nick Clegg önderliğinde seçime girmektedir. 1967 doğumlu ve yine genç bir politikacı olan Clegg[25], 2007 yılından bu yana İngiliz Liberal Demokrat Parti lideridir ve David Cameron’ın Başbakan olduğu koalisyon hükümetinde Başbakan Yardımcısı, Kraliçelik Konseyi Lord Başkanı ve Anayasal ve Siyasal Reform Bakanı görevlerini yürütmektedir. İlk kez 2005 yılında Sheffield Hallam seçim bölgesinden milletvekili seçilen Clegg, o tarihten bu yana Parlamento üyesi olarak siyasi hayatına devam etmektedir. 2006 yılında Liberal Demokrat Parti’nin İçişleri Sözcüsü olan Clegg, 2007 yılından bu yana ise Liberal Demokratların lideridir. Cambridge Üniversitesi, Minnesota Üniversitesi ve Belçika’daki Avrupa Koleji’nde eğitim görmüş olan Clegg, İngilizce, Fransızca, Flamanca, Almanca ve İspanyolca bilen seçkin bir isimdir. Ancak anketler son dönemde Clegg’in partisinin büyük düşüşte olduğunu göstermektedir. 2010 genel seçimlerinde yüzde 23’ü bulan LDP, son anketlerdeyse yüzde 7-8 oranlarını ancak görebilmektedir.[26] Partinin bu nedenle, bu seçimde İskoç Ulusal Partisi (SNP) ve UKIP’in ardından 5. parti olması dahi gündemdedir. Ancak LDP’nin klasik oy oranını koruması durumunda, Muhafazakar Parti veya İşçi Partisi için kritik koalisyon ortağı rolünü oynaması halen mümkün gözükmektedir. Böyle bir durumda, liberallerin ilk tercihi “torie”ler olacak gibi durmaktadır. Ancak son dönemde AB karşıtlığının muhafazakar kesimde yükselmesi, liberalleri sürpriz bir “Labour” koalisyonuna da yönlendirebilir.

Nigel Farage

Seçimlerin bir diğer dikkat çeken aktörü, son yıllarda AB karşıtı söylemleriyle adından sıkça söz ettiren milliyetçi ve renkli politikacı Nigel Farage ve partisi UKIP’tir. 1964 doğumlu olan Farage[27], üstün hitabet yeteneği ve popülizmiyle son yıllarda İngiltere’de ekonomik durumundan rahatsız olan tepkili seçmenlerin desteğini kazanmakta ve özellikle göçmenlere yönelik aşırı sağı çağrıştıran eleştirileriyle dikkat çekmektedir. Bu eleştiriler, entelektüel kesimde tepki toplarken, halk tabanında kısmen de olsa destek aldığı gözlemlenmektedir. Göçmenleri ülkeden göndermek, silah satışını yasallaştırmak, Amerikan tipi bir sağlık sistemi, tren ve toplu taşıma araçlarında İngilizce konuşma zorunluluğu, rüzgar enerjisini kısıtlamak, dış politikada Rusya Federasyonu ile yakınlaşmak ve HIV pozitif ve tüberkülozlu vatandaşların damgalanması gibi çok tartışmalı politika önerileri olan UKIP[28], geçtiğimiz aylarda oy oranı anlamında istikrarlı bir şekilde yükselmiş, ancak demokratik gelenek ve teamüllerin çok güçlü olduğu İngiltere’de son haftalarda sert bir düşüşe geçmiştir.[29] Bu nedenle UKIP'ten şimdilik büyük bir oy patlaması beklenmemektedir.

Seçimlerde etkili olacak bir diğer parti ise İskoç Ulusal Partisi’dir. SNP, her ne kadar geçtiğimiz yıl düzenlenen bağımsızlık referandumundan hüsranla ayrılsa ve lideri Alex Salmond’ı bu başarısızlık sonrasında partinin başından uğurlasa da, bu seçimde partinin oy oranlarını arttırması ve sandalye sayısını 37-40 düzeylerine çıkarması beklenmektedir.[30] Seçim sonrasında SNP’nin İşçi Partisi ile koalisyon kurma ihtimali kesinlikle yabana atılmamalıdır.

Sonuç olarak, Birleşik Krallık 2015 genel seçimleri sonucunda büyük ihtimalle hiçbir parti tek başına hükümet kurmak için gerekli olan 326 koltuk sayısına ulaşamayacağı için, adada seçimin ardından “hung parliament” durumunu beklemek yüksek ihtimal gözükmektedir. Ancak yeni bir seçime gitme seçeneği, ülkede bu karışık dönemde halk tarafından daha riskli bulunursa, medya ve devlet desteğiyle Muhafazakar ya da İşçi Partisi’nin kuracağı dışarıdan destekli bir azınlık hükümeti formülü de denenebilir. Almanya’dakine (CDU-SPD) benzer bir Büyük Koalisyon (Muhafazakar Parti-İşçi Partisi) ise, şimdilik hayal gözükmektedir. Olası bir koalisyon hükümeti konusunda en ağır basan formüller ise; kanımca ilk olarak İşçi Partisi-SNP, daha sonra da Muhafazakar Parti-LDP koalisyonu seçenekleridir. Son olarak, The Independent gazetesinden Iain Dale’in de belirttiği gibi, Birleşik Krallık’ı seçim sonrasında büyük olasılıkla siyasal açıdan istikrarsız ve zor bir dönem beklemektedir.

Yrd. Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ


[1] “United Kingdom general election, 2010”, Wikipedia, Erişim Tarihi: 16.02.2015, Erişim Adresi: http://en.wikipedia.org/wiki/United_Kingdom_general_election,_2010.
[2] “United Kingdom general election, 2010”, Wikipedia, Erişim Tarihi: 16.02.2015, Erişim Adresi: http://en.wikipedia.org/wiki/United_Kingdom_general_election,_2010.
[3] “Cameron ministry”, Wikipedia, Erişim Tarihi: 16.02.2015, Erişim Adresi: http://en.wikipedia.org/wiki/Cameron_ministry.
[5] “İngiltere’de Harç Yasası Kabul Edildi”, T24, Erişim Tarihi: 16.02.2015, Erişim Adresi: http://t24.com.tr/haber/ingilterede-harc-yasasi-kabul-edildi-londra-aa,115922.
[6] “Üniversite harcı için seks işçiliği”, BBC Türkçe, Erişim Tarihi: 16.02.2015, Erişim Adresi: http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2012/11/121129_sex_tuition_fee.shtml.
[7] “Les premiers mariages de couples homosexuels célébrés en Angleterre”, Le Monde, Erişim Tarihi: 16.02.2015, Erişim Adresi: http://www.lemonde.fr/europeennes-2014/article/2014/03/29/les-premiers-mariages-de-couples-homosexuels-celebres-en-angleterre_4391840_4350146.html#wzegPkh5OwkUsHlS.99.
[8] “UK to seek immigration changes despite Merkel EU 'warning'”, BBC, Erişim Tarihi: 16.02.2015, Erişim Adresi: http://www.bbc.com/news/uk-politics-29877746.
[9] Çakmaklı, Tuğçe (2012), “İngiltere’nin Arap Baharı’na Bakışı”, Türksam, Erişim Tarihi: 16.02.2015, Erişim Adresi: http://turksam.org/gencbakis/a2776.html.
[10] Cameron dönemiyle ilgili bir değerlendirme için; Örmeci, Ozan (2013), “David Cameron’ın Tehlikeli Oyunu”, Uluslararası Politika Akademisi, Erişim Tarihi: 16.02.2015, Erişim Adresi: http://politikaakademisi.org/david-cameronin-tehlikeli-oyunu/.
[11] Yener, Yavuz (2013), “İngiliz Dış Politikasının Ortadoğu İkilemi”, Uluslararası Politika Akademisi, Erişim Tarihi: 16.02.2015, Erişim Adresi: http://politikaakademisi.org/ingiliz-dis-politikasinin-ortadogu-ikilemi/.
[12] “UK to establish £15m permanent Mid East military base”, BBC, Erişim Tarihi: 16.02.2015, Erişim Adresi: http://www.bbc.com/news/uk-30355953.
[13] Bu konuda bir analiz için; Tüysüzoğlu, Göktürk (2013), “İngiltere AB’den Kopuyor Mu?”, Uluslararası Politika Akademisi, Erişim Tarihi: 16.02.2015, Erişim Adresi: http://politikaakademisi.org/ingiltere-abden-kopuyor-mu/.
[14] “İngiltere halkının yarısı AB'den ayrılmak istiyor”, Cnn Türk, Erişim Tarihi: 16.02.2015, Erişim Adresi: http://www.cnnturk.com/haber/dunya/ingiltere-halkinin-yarisi-abden-ayrilmak-istiyor.
[15] Matthijs, Matthias (2013), “David Cameron’s Dangerous Game”, Foreign Affairs, Erişim Tarihi: 16.02.2015, Erişim Adresi: http://www.foreignaffairs.com/articles/139641/matthias-matthijs/david-camerons-dangerous-game#.
[16] Boyraz, Hacı Mehmet (2014), “İskoçya ‘Hayır’ Dedi”, Uluslararası Politika Akademisi, Erişim Tarihi: 16.02.2015, Erişim Adresi: http://politikaakademisi.org/iskocya-hayir-dedi/.
[17] Biyografik detayları için; http://tr.wikipedia.org/wiki/David_Cameron.
[18] “Opinion polling for the 2015 United Kingdom general election”, Wikipedia, Erişim Tarihi: 16.02.2015, Erişim Adresi: http://en.wikipedia.org/wiki/Opinion_polling_for_the_2015_United_Kingdom_general_election.
[19] Kendisi hakkında detaylar için; http://tr.wikipedia.org/wiki/Ed_Miliband.
[20] Örmeci, Ozan (2010), “İngiliz İşçi Partisi’nde Ed Miliband Dönemi”, Politika Dergisi, Erişim Tarihi: 16.02.2015, Erişim Adresi: http://politikadergisi.com/makale/ingiliz-isci-partisinde-ed-miliband-donemi.
[21] “Opinion polling for the 2015 United Kingdom general election”, Wikipedia, Erişim Tarihi: 16.02.2015, Erişim Adresi: http://en.wikipedia.org/wiki/Opinion_polling_for_the_2015_United_Kingdom_general_election.
[22] Bu konuda Blair’in endişeleri daha çok partinin fazla sola açılmasından kaynaklanıyor. Bakınız; “Tony Blair doubts Ed Miliband can win 2015 general election”, The Guardian, Erişim Tarihi: 16.02.2015, Erişim Adresi: http://www.theguardian.com/politics/2014/dec/30/tony-blair-ed-miliband-general-election-labour.
[23] “Tony Blair: I will do what it takes to help Ed Miliband win general election”, The Guardian, Erişim Tarihi: 16.02.2015, http://www.theguardian.com/politics/2015/feb/07/tony-blair-ed-miliband-labour-general-election.
[24] “Get ready for a Labour and SNP coalition after the election, says top investment bank”, The Telegraph, Erişim Tarihi: 16.02.2015, Erişim Adresi: http://www.telegraph.co.uk/finance/economics/11384820/Get-ready-for-a-Labour-and-SNP-coalition-after-the-election-says-top-investment-bank.html.
[25] Kendisi hakkında bilgiler için; http://tr.wikipedia.org/wiki/Nick_Clegg.
[26] “Opinion polling for the 2015 United Kingdom general election”, Wikipedia, Erişim Tarihi: 16.02.2015, Erişim Adresi: http://en.wikipedia.org/wiki/Opinion_polling_for_the_2015_United_Kingdom_general_election.
[27] Kendisi hakkında bazı bilgiler için; http://en.wikipedia.org/wiki/Nigel_Farage.
[28] “Legalise handguns and repatriate migrants: Ukip's 7 most controversial policies”, The Telegraph, Erişim Tarihi: 16.02.2015, Erişim Adresi: http://www.telegraph.co.uk/news/politics/ukip/11239826/Legalise-handguns-and-repatriate-migrants-Ukips-7-most-controversial-policies.html.
[29] “General election: New poll shows big gains for Labour and Tories – at expense of Lib Dems and Ukip”, The Independent, Erişim Tarihi: 16.02.2015, Erişim Adresi: http://www.independent.co.uk/news/uk/politics/generalelection/has-the-ukip-bubble-burst-new-poll-shows-big-gains-for-labour-and-tories-at-expense-of-lib-dems-and-nigel-farages-party-10041358.html.
[30] “Opinion polling for the 2015 United Kingdom general election”, Wikipedia, Erişim Tarihi: 16.02.2015, Erişim Adresi: http://en.wikipedia.org/wiki/Opinion_polling_for_the_2015_United_Kingdom_general_election.

13 Şubat 2015 Cuma

ABD'nin 2015 Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi


Amerika Birleşik Devletleri’nde her yıl Beyaz Saray’ın Kongre’ye sunduğu ve ülkenin güvenlik önceliklerini belirleyen Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi (National Security Strategy) geçtiğimiz günlerde açıklandı.[1] 29 sayfalık belgede, ABD’nin 2015 yılı için öncelikli dış politika ve güvenlik hedefleri belirtilmiş ve bu ülke açısından en önemli tehditlere dikkat çekilmiştir. Bu yazıda, bu belgede öne çıkan hususları sizin için özetlemeye çalışacağım.
Rapor, ABD Başkanı Barack Obama ve Beyaz Saray’ın görüşlerini yansıtan iki sayfalık bir giriş metni ile başlamaktadır. Bu metinde, 2008 ekonomik krizinden bu yana 11 milyon yeni iş yaratmayı başaran Amerikan ekonomisinin gücüne dikkat çekilmiş ve ülkenin kaliteli eğitim sistemiyle birlikte bu durumun ABD’ye her yıl milyonlarca yeni öğrenci ve göçmenin başvuruda bulunmasına yol açan büyük bir avantaj olduğu vurgulanmıştır. Yine bu bölümde, Obama yönetiminin büyük cephe savaşlarının ötesine geçen yeni yaklaşımı kendisi tarafından övülmüş ve Irak ve Afganistan gibi ülkelerde görev yapan Amerikan askerlerinin sayısının birkaç yıl içerisinde 180.000’den 15.000’in altına indirildiği belirtilmiştir. Giriş metninde ayrıca, artan radikal-köktendinci hareketler ve bunlara dayalı olarak gelişen terör, Rus saldırganlığı, iklim değişikliği ve siber tehditler, ABD’nin en önemli güvenlik sorunları olarak sayılmıştır. Amerikan dış politikasının Amerikan vatandaşlarının hayatını korumaya yönelik ve ulusal çıkarlar ekseninde belirlendiğinin de söylendiği bu bölümde öne çıkarılan bir diğer konu ise, Irak ve Suriye’de insan haklarına büyük tehlike arz eden IŞİD ve El Kaide terör örgütlerinin yok edilmesi hedefi olmuştur. Obama döneminde başlatılan Asia Pivot politikasına devam edileceğinin de belirtildiği bu giriş metninde, Trans-Pasifik ticaretin ve özellikle Hindistan’la geliştirilen ekonomik ilişkilerin önemine de dikkat çekilmiştir. Çin’le ilişkilerin ihtiyatlı bir şekilde geliştirilmesinin hedeflendiğinin belirtildiği bu bölümde, ayrıca ABD’nin Afrika açılımı ve Küba’ya yönelik izlenen yeni dış politikanın stratejik boyutu da vurgulanmıştır. ABD Başkanı Barack Obama imzalı bu bölümde dikkat çekilen son konu ise, nükleer silahların yayılması ve özellikle İran nükleer programının barışçıl amaçlarla sınırlandırılması konusunun gündeme getirilmesi olmuştur.
Bu giriş metninden sonra raporun asıl metnine geçilmiştir. Rapor; Giriş (Introduction), Güvenlik (Security), Refah (Prosperity), Değerler (Values), International Order (Uluslararası Düzen) ve Sonuç (Conclusion) şeklinde 6 bölümden oluşturmaktadır. Giriş bölümünde ABD’nin bu metinde açıklanan yeni güvenlik stratejisinin ulusal çıkarlar temelinde geliştirildiği ve ABD’nin güçlü ve kalıcı liderliğini hedeflediği belirtilmiş ve müttefik ülkelerle olan ilişkilerin önemine dikkat çekilerek, yeni yükselen güçlerle yapıcı ilişkiler kurulabileceği ifade edilmiştir. ABD’nin düşmanlarına gerektiğinde caydırıcılık ve hatta bu grupları mağlup edici hamleler yapma konusunda kararlı olduğunun da ifade edildiği bu bölümde dikkat çekilen bir diğer konu ise, ABD’nin bu politikayı oluştururken dikkate aldığı hedeflerin belirtilmesi olmuştur. Bu hedefler;
  1. Evrensel değerler ve uluslararası hukuk çerçevesinde ABD’nin güvenliği ve gelişen ekonomisine uygun şekilde “amaçlara dayalı liderlik etme” hedefi (lead with purpose),
  2. Girişimcilik ve güçlü Amerikan ekonomisi ile Amerikan Ordusu’nun destekleyeceği “güçlü liderlik” modelini inşa etme hedefi (lead with strength),
  3. Hukukun üstünlüğü, demokrasinin korunması ve uluslararası alanda mümkün olduğunca savunulması gibi kriterlere dayanan “örnek liderlik etme” hedefi (lead by example),
  4. Dünya barışı ve istikrarı gibi önemli değerleri sağlamak konusunda sorumluluğu müttefiklere de dağıtmayı öngören “partnerlerle birlikte yönetmek” hedefi (lead with partners),
  5. ABD’nin askeri, ekonomik, kültürel ve diğer tüm unsurlarını birlikte harmanlayan “bütün enstrümanlarla liderlik etmek” hedefi (lead with all the instruments of U.S. power),
  6. Uluslararası düzlemde gücün değişken, göreceli ve dinamik bir olgu olmasının da etkisiyle ortaya çıkan “uzun vadeli liderlik etme” (lead with a long-term perspective) hedefleridir.
Güvenlik başlıklı ikinci bölüme, Amerikan hükümetinin vatandaşlarını koruma görevi hatırlatılarak giriş yapılmış ve bu sorumluluğun sadece ülke içerisini değil, dışarısını da kapsadığı vurgulanmıştır. IŞİD ve El Kaide terörünün tehdit anlamında örnek verildiği bu bölümde, ABD’nin NATO ittifakı ve Birleşik Krallık (İngiltere), Fransa, Almanya, İtalya ve Kanada ile olan özel ilişkilerine dikkat çekilmiştir. NATO’nun tarihinin en güçlü döneminde olduğunun belirtildiği bu bölümde, ayrıca ulusal güvenliğin teminatı olan Amerikan Ordusu’nun güçlendirilmesi gereksinimi vurgulanmıştır. Bu noktada önemli bir tespit; Amerikan Ordusu’nun ilerleyen yıllarda daha küçük olacağının, ancak dominant gücünü kaybetmeyeceğinin belirtilmesidir. Bir diğer önemli tespit; ABD’nin bundan sonra güç kullanma konusunda çok seçici/titiz davranması gerektiğinin belirtilmesi (burada George W. Bush dönemine ve Irak Savaşı’na yönelik eleştirel bir duruş havası verilmektedir) ve ancak Amerikan çıkarları ve vatandaşlarının tehdit edilmesi durumunda bu konuda tereddüt edilmeyeceğinin vurgulanmasıdır. Ancak daha sonra belirtilen “Ulusal Güvenliği Sağlamlaştırmak” (Reinforce Homeland Security) hedefi, Bush döneminden kalma “homeland security” kavramını yeniden gündeme getirmekte, lakin bu konuda yalnızca terör faaliyetlerine/örgütlerine değil, kasırga gibi doğal felaketlere de dikkat çekmektedir. Bu bölümde ayrıca El Kaide ve IŞİD’in ABD’nin çıkarlarına doğrudan tehdit oluşturan terör örgütleri olarak ifade edilmesi dikkat çekici ve son derece olumludur. Ek olarak, ABD’nin İslam dini ve Müslümanlarla bir savaşta olmadığına dikkat çekilmesi son derece akılcı ve doğru bir adımdır. Güvenlik bölümünde ayrıca kitle imha silahlarının yayılması, iklim değişikliği, sibergüvenlik, uzay güvenliği, hava ve deniz güvenliği ile dünyadaki sağlık sorunlarına ayrıca bölümler ayrılması dikkat çekicidir.
Refah başlıklı üçüncü bölüme, ABD ekonomisinin halen daha dünyanın en büyük, açık ve yenilikçi ekonomisi olduğu tespitiyle başlanmıştır. Bu bölümde, Amerikan ekonomisinin dünyadaki ekonomik ve siyasal istikrarın kaynağı olduğu tespitinin yapılması çok önemlidir. Bu doğrultuda yeni iş imkanları yaratmaya devam edileceği ve reel ücretlerde daha yüksek rakamların hedeflendiği belirtilmiştir. Bu bölümde ayrıca enerji güvenliği konusu alt bir başlıkta özel olarak incelenmiştir. Bu noktada Rusya-Ukrayna krizi nedeniyle Avrupa ülkelerinin yaşadığı sıkıntıya dikkat çekilmiş ve Rusya’nın bu konuyu stratejik bir tehdit unsuru olarak kullandığı mesajı verilmiştir. Bu doğrultuda ABD’nin hedefleri ise; enerji kaynaklarını çeşitlendirmek, enerji alanında rekabetçi bir piyasa düzeni kurmak ve Kuzey Kutbu ve Asya bölgelerinde enerji politikaları anlamında ortaya çıkabilecek çatışmaları çözmek şeklinde sıralanmıştır. Bunlara ek olarak, yine bu bölümde bilim, teknoloji ve girişimcilik anlamında ABD’nin dünyadaki öncü konumunu koruması, Trans-Atlantik ve Trans-Pasifik Yatırım ve İşbirliği hamleleri ile ekonomik düzeni sağlamak ve dünyadaki aşırı fakirliği sona erdirmek önemli Amerikan hedefleri olarak belirtilmiştir.
Değerler adı verilen dördüncü bölümde, ABD’nin güvenlik stratejisinde yer alan temel bazı değerler detaylı şekilde açıklanmaya çalışılmıştır. Bu değerler arasında en dikkat çekenleri; demokrasi, insan hakları ve sivil özgürlüklerin korunması (bu noktada geçmişte ABD’nin kendisinin de kullandığı işkenceye dayalı sorgulama tekniklerine eleştirel bir duruş gözlemlenmektedir), eşitlik, düşünce ve ifade hürriyeti, barışçıl gösteri yapma hakkı gibi temel demokratik hakların korunması ve yayılması, farklı gruplara (eşcinsel, etnik ve dini azınlıklar vs.) da bu temel hakların tanınması, yeni gelişen demokrasilere destek olunması (bu noktada Tunus özel olarak vurgulanmış), sivil toplum örgütleri ve genç liderlerin desteklenmesi ve sivillere yönelik toplu katliamların durdurulması gibi hedeflerdir.
Uluslararası Düzen adı verilen beşinci bölümde, bugün dünyada halen devam eden düzenin ABD ve ona benzer değerleri savunan ülkeler tarafından 2. Dünya Savaşı sonrasında kurulduğu vurgulanarak, ABD’nin bu alandaki sorumluluğunun daha fazla olduğuna dikkat çekilmiştir. Bu noktada revizyonist bazı ülkelerin son dönemde sıklıkla dile getirmeye başladığı Birleşmiş Milletler’i (BM) yeniden yapılandırma görüşüne hak verilmemekte ve dünya ülkelerinin büyük çoğunluğunun Amerikan liderliği ve BM yapısı altında bu şekilde bir düzenle hayatlarına devam etmek istedikleri vurgulanmaktadır. Bu doğrultuda, ABD’nin üzerine düşen sorumlulukları yerine getireceği ve uluslararası anlaşmalar ve sözleşmelere uygun hareket edeceğinin belirtildiği bu bölümde dikkat çeken bir diğer husus ise, bu değerlere saygılı olmayan ülkelerin ekonomik ve siyasal yaptırım mekanizmalarıyla cezalandırılacağının ifade edilmesidir. Asya-Pasifik bölgesinde ABD’nin başlattığı dengeleme politikasının sürdürüleceğinin ifade edildiği bu bölümde, ABD’nin öncelikle bir Pasifik gücü olduğu gibi önemli bir tespit yapılmıştır. ABD’nin ekonomik büyümesinin önümüzdeki 5 yılda daha çok Asya-Pasifik bölgesine doğru olacağını belirten rapor, Kuzey Kore tehlikesine dikkat çekerek, ABD müttefiki Japonya, Güney Kore, Avustralya ve Filipinler gibi ülkelerle olan ilişkilerin öneminin altını çizmiştir. ASEAN ve benzeri bölgesel ekonomik yapıların öneminin de vurgulandığı bu bölümde, ABD’nin zengin, istikrarlı ve barışçıl bir Çin Halk Cumhuriyeti istediği gibi önemli bir irade beyanı yapılmıştır. Ancak Çin’in askeri modernleşmesinin yakından takip edileceğinin belirtildiği bu bölümde ayrıca, bu ülke (Çin) kaynaklı siber saldırılara dikkat çekilmiştir. 

Yine bu bölümde, Avrupa ile süregelen bağların daha da güçlendirileceği vurgulanmış ve Türkiye ile ilişkilerin dönüştürülmesinden (transformation) üstükapalı olarak söz edilmiştir. Türkiye’nin bu uzun raporda adının geçtiği tek cümlenin bu şekilde olması, kuşkusuz ABD nezdinde Türkiye’ye verilen önem ve destekle ilgili önemli soru işaretleri doğduğu düşüncesini akla getirmektedir. Nitekim raporu yorumlayan emekli diplomat Dr. Onur Öymen’e göre de; “Bu raporda ne NATO bölümünde, ne terörle mücadele bölümünde, ne de Avrupa-Amerika Serbest Ticaret Anlaşması çalışmaları bölümünde Türkiye’den ismen söz edilmektedir. Özellikle, 30 yıldan beri teröre en çok kurban vermiş olan Türkiye’den ve Türkiye’ye yönelik PKK terörünün saldırılarından hiç söz edilmemesi dikkat çekicidir.” Yine bu ifadeden, Washington’da Türkiye’ye yönelik olumlu bir bakış açısı olduğu sonucunu çıkartmak hayli zordur. Elbette bu durumu, Türk dış politika yapıcılarının “değerli yalnızlık” olgusunda ifade edilen “yalnızlık” hususuyla da ifade etmek mümkün olabilir. Ayrıca yine bu bölümde, Ukrayna halkına verilen desteğin süreceğinin ifade edilmesi ve Obama’nın Küba açılımına referans yapılması önemlidir.
Raporun Sonuç başlıklı son bölümünde ise, raporda vurgulanan hususlar kabaca özetlenmiş ve toparlayıcı birkaç cümle ile rapora son verilmiştir. Raporu genel itibariyla değerlendirdiğimizde; Obama yönetiminin bir süreklilik içerisinde Asya-Pasifik yönünde ABD ilerlemesini sürdürme hedefinde olduğu, ancak Ortadoğu’da ortaya çıkan IŞİD ve benzeri açık tehlikeler karşısında halen orduyu küçültme ve arkadan yönetme (leading from behind) stratejisiyle devam etmesinin, ilerleyen aylarda Amerikan ve dünya kamuoyunu rahatsız edebileceği çıkarımı yapılabilir. Raporda Çin’e yönelik kullanılan dilin dengeli ve ölçülü tutulması, ABD’nin bu ülke ile olan ilişkilerini çatışmacı bir yapıya büründürmek istememesi ile açıklanabilecekken, Türkiye’nin adının hiç alışık olmadığımız şekilde çok az zikredilmesi, ülkenin dış politikadaki olumsuz gidişatının yansıması gibi durmaktadır.

Yrd. Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ
[1] Belgenin orijinal dosyasına şuradan ulaşabilirsiniz; http://www.whitehouse.gov/sites/default/files/docs/2015_national_security_strategy.pdf.