9 Ocak 2014 Perşembe

Küreselleşmeye Yönelik Tepkiler: İçe Kapanmacılık mı, Küresel Muhalefet mi?


1970’lerden başlayarak ve Sovyetler Birliği’nin yıkılmasını izleyen yıllarda yoğunlaşan bir şekilde küreselleşme, insanoğlunun ve özellikle sermayenin 21. yüzyılda kucakladığı güçlü bir ideoloji görüntüsü çizmektedir. Ancak şu ana kadar geldiği nokta itibariyle daha çok sermayenin lehine olduğu gözlemlenen küreselleşmeye yönelik çok ciddi entelektüel, siyasal ve sosyal tepkiler de zaman içerisinde gelişmeye başlamıştır. Bu yazıda küreselleşmeye yönelik farklı tepkileri ele almaya çalışacağım.
Manfred B. Steger, Globalization: A Very Short Introduction adlı kitabında[1] küreselleşmeye yönelik tepkileri iki ana başlık altında toplamaktadır. Bunlardan ilki Steger’in “particularist protectionism” (özel korumacılık) adını verdiği ve daha çok ulus-devlet ve milliyetçilikle izah edilebilecek olan tepkilerdir. Amerika Birleşik Devletleri’nde Patrick Buchanan ve H. Ross Perot gibi düşünürlerin uzun yıllardır yaptıkları küreselleşmeye yönelik eleştiriler, bu tarz tepkilerin ilk akla gelen örnekleridir. Avrupa’daki ırkçı ve aşırı milliyetçi partiler de (örneğin Avusturya’da bir dönem oldukça önemli başarı kazanmış Jörg Haider, Fransa’da Jean-Marie Le Pen ve şimdi bayrağı kendisinden devralan Marine Le Pen, Almanya’dan Gerhard Prey) bu tepkisel ideolojinin bayraktarlığını farklı bir biçimde yapmaktadırlar. Steger’e göre Venezuela’nın ünlü lideri Hugo Chavez de sosyalist dünya görüşüne rağmen içe kapanmacı küreselleşme karşıtı söylemi ve uygulamalarıyla bu kategoriye girmektedir. Yine Steger’e göre, çok farklı bir ideolojik düzlemde olan Usama Bin Ladin ve El Kaide terör örgütü de bu tarz bir muhalefeti radikal İslamcılık noktasında geliştirmeyi başarmıştır. “Particularist protectionist” adı verilen grupların temel düşünceleri; küreselleşme ve buna bağlı olarak gelişen olaylar (göç, farklı etnik kimlik talepleri, çoğulcu toplum arayışı, yeni ve “vatansız” küresel bir sermaye grubunun oluşması vs.) nedeniyle ülkelerin ve toplumların kendi ekonomik ve siyasal bağımsızlıklarını ve ayrıca kültürel kimliklerini kaybetmeleridir. Bu nedenle bu grubun temel hedefi küreselleşme hadisesinin durdurulması, hiç değilse ulus devlet ve milli kültürleri rahatsız etmeyecek bir şekilde ehlileştirilmesidir. Bu gibi akımlar ABD dışındaki ülkelerde güçlü bir anti-Amerikan tonu da taşımaktadır. Küreselleşmenin yarattığı hızlı değişim ve eşitsiz koşullar, ikinci tip ve daha demokratik olarak nitelendirilebilecek olan “universalist protectionism” (evrensel korumacılık) akımı zayıf kaldığı için ne yazık ki bu ilk ve demokrasi açısından son derece tehlikeli olan “particularist protectionist” temelde son yıllarda hızla güçlenmektedir. Amerika’da bir dönem iddialı bir şekilde ortaya çıkan Çay Partisi Hareketi (Tea Party), Avrupa’da aşırı sağın sandığa yansımaya başlayan yükselişi, Latin Amerika’daki popülist rejimlerin başarısı ve Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da radikal İslamcılığın yükselişi bunun açık ispatlarıdır.
Steger’in kategorileştirdiği küreselleşmeye yönelik ikinci tip eleştiri ise; “universalist protectionism” (evrensel korumacılık) adı verilen ve küreselleşmeye ulus devlet ya da milliyetçi temelden değil de, daha evrensel ve sosyal adalet temelli bir meydan okuma gerçekleştiren düşüncelerdir. Birinci gruba benzer şekilde neoliberalizm ve küreselleşmenin sadece sermayenin ve ABD’nin çıkarına olduğunu iddia eden bu grup, yine de çözüm olarak içe kapanmayı değil, muhalif hareketlerin ve ezilen grupların da küreselleşmesini önermektedirler. Meksika’daki Zapatista Hareketi, Hindistan’daki Chipko Hareketi ve en önemlisi Dünya Ticaret Örgütü (WTO) ve G8 zirvelerine karşı 1999’da ilk kez Seattle’da başlayan küreselleşme karşıtı gösteriler, bu tepkilerin ilk ve en önemli örnekleridir. Hatta bu grup, Dünya Ekonomik Forumu’na alternatif olarak 2001 yılında ilk kez Brezilya’da düzenlenen Dünya Sosyal Forumu’nu toplamayı da başarmışlardır. Dünya Sosyal Forumu yıllar içerisinde bayağı gelişmiş ve her sene düzenlenen bir küreselleşme karşıtı toplantı olarak “universalist protectionist” (evrensel korumacı) akımın en güçlü ve somut hareketi olmayı başarmıştır. Daha çok sol temelde yükselen bu grubun temel eksikliği ise, küresel muhalefeti koordine etmekte zorlanması ve sağ çevrelerden destek alamamasıdır.
Aslına bakılırsa küreselleşmeye yönelik tepkiler, küreselleşmenin kalbi olan ABD’de bile hissedilmektedir. Kenneth Scheve ve Matthew J. Slaughter’ın Globalization and Self-Determination adlı kitapta[2] yer alan “Public opinion, international economic integration and the welfare state” makaleleri bu noktada Amerikan kamuoyunun küreselleşme konusundaki kararsız tutumunu gözler önüne sermektedir. Makalede yer alan verilere göre; Amerikalıların büyük çoğunluğu (yüzde 55’e yüzde 27 oranında) küreselleşmenin tüketiciler ve Amerikan şirketleri (yüzde 55’e yüzde 30 oranında) açısından faydalı olduğunu düşünmelerine karşın, konu iş güvenliğine geldiği zaman Amerikalıların çoğunluğu bunun küreselleşme açısından tehlikeli olduğunu düşünmektedirler. Amerikalıların çoğunluğu buna paralel olarak, “offshore outsourcing” adı verilen Amerikan sermayesinin işgücünün ve genel olarak maliyetlerin ucuz olduğu denizaşırı coğrafyalara yatırım yapmasına olumsuz bakmakta ve bunun Amerikalıların işlerini kaybetmesi anlamına geldiğini düşünmektedirler. Yine araştırmada kullanılan verilere göre; dünyadaki farklı ülkelerde yapılan araştırmaların da doğruladığı üzere halkların büyük çoğunluğu (yüzde 61,7) göçmenlere yönelik olumsuz görüş beslemekte ve göç hadisesinin sınırlandırılmasını savunmaktadırlar.
Bu gibi tepkilerden de görüldüğü üzere; küreselleşmenin kolay seyahat etme, dünya kültürlerini tanıma ve bunlarla entegre olma, sermaye açısından daha ucuz maliyetlerle iş yapabilme gibi kârlı ve heyecan verici yanlarına karşın, ülkelerin iç işlerinde reel ücretlerin düşmesi, artan işsizlik ve buna bağlı olarak gelişen aşırıcı ideolojiler gibi ciddi sorunlara da kaynaklık ettiğini görmek gerekir. Bununla mücadele etmek için ise, oldukça tehlikeli noktalara varabilecek içe kapanmacılıktan ziyade, dünyada rekabet koşullarını ve reel ücretleri eşitlemeye, en azından yakınlaştırmaya yönelik çaba içerisine girilmesi daha demokratik ve doğru bir uygulama olacaktır.

Yrd. Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ



[1] Bkz; Steger, Manfred B. (2003), Globalization: A Very Short Introduction, New York: Oxford University Press. Satın almak için; http://www.amazon.com/Globalization-Very-Short-Introduction-Introductions/dp/0199662665/.
[2] Bkz; Globalization and Self-Determination, (ed. by David R. Cameron, Gustav Ranis, Annalisa Zinn), Routledge studies in the modern world economy. Satın almak için; http://www.amazon.com/Globalization-Self-Determination-Nation-State-Routledge-Studies/dp/041577022X/.

Hiç yorum yok: