6 Mart 2013 Çarşamba

Gizli Din Savaşları


Televizyon kanallarında zaman zaman boy gösteren ve yaptığı ilginç açıklamalarla dikkat çeken Aytunç Altındal’ın birçok konuşmasında ve bugüne kadar hakkı teslim edilmemiş bazı kitaplarında işlediği en önemli konulardan birisi de gizli din savaşlarıdır. Hakikaten seküler siyasal sistemlerin getirdiği yeni dünya düzeninin koşullarında birçok insan farkında olmasa da, dinler arasındaki yayılma rekabeti bugün hala sürmektedir. Bu yazıda bu konuya dikkat çekecek ve İslamiyet’i temsil etme durumunda bulunan Müslüman nüfusu yoğun ülke liderlerinin aslında nasıl İslam aleyhine çalıştıklarını açıklamaya çalışacağım.

Bugün Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne karşı çıkan kesimlerin kullandıkları en önemli argümanlar; Avrupa’da hızla artan Müslüman nüfus ve Türk milleti gibi 76 milyonluk bir Müslüman nüfusun ve Türkiye gibi güçlü ve etkili bir devletin AB’ye girmesi halinde Avrupa ve dünyadaki Müslümanların kazanacağı özgüven ve prestij vardır. Önceki gün vefat eden Venezuela Devlet Başkanı Hugo Chavez’in tüm dünyada bu kadar önemli bir lider olmasının tek sebebini sosyalizme bağlamak hatası da, aslında Chavez’in koyu bir Katolik Hıristiyan olduğunu bilmemekten kaynaklanır. Bugün başta Afrika ve Asya olmak üzere birçok coğrafyada Müslümanlık ve Hıristiyanlık arasındaki yayılma rekabeti son derece üst düzeydedir. Bu nedenle Müslüman nüfusu yoğun toplumları kimlerin yöneteceği sadece bu ülkelerde ve İslam dünyasında değil, Hıristiyan dünyasında da büyük önem kazanmaktadır. Dünyayı bu şekilde okumaya başladığınızda ise Türkiye ve İslam dünyasında gerçekleşen birçok olayı yeniden yorumlamak zorunda kalabiliriz. Bu şekilde ilerlediğimizde ise karşımıza şu gerçek çıkmaktadır; maalesef dünyada İslamiyet’in yayılmasının önündeki en büyük engel aslında Müslüman siyasetçilerdir. Bu siyasetçilerin otoriter, antipatik, kaba, kaypak ve gençliğe itici gelen diğer özellikleri bu noktada diğer dinler açısından faydalı bir işlev kazanmakta ve Müslümanların imajını dolayısıyla yayılma güçlerini zayıflatmaktadır. Örneğin ağzından bir kez dahi “ananı da al git” benzeri kaba bir söz çıkmamış rahmetli Erbakan gibi beyefendi bir liderin daha dün Batı dünyasında yerin dibine sokulurken, İslam coğrafyasını işgal eden yabancı ülke askerleri için dua ettiğini söyleyen başka liderlerin bugün Batı basınında baş tacı edilmesi bunun en açık örneğidir. Bu mantıkla yaklaşılırsa bugün 20’li yaşlarının sonlarında ve 30’lu yaşlarının başında olan benim de dâhil olduğum tüm bir kuşağa, Ayşe Özgün hanımefendinin hazırladığı sabah programlarına çıkarak İslam dinini sevdiren Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk gibi kıymetli bir ismin neden TBMM’de yer alan 550 kişi arasına giremediği daha iyi anlaşılır. Yine ancak bu mantıkla laiklik ve muhafazakâr hassasiyetleri yüksek kesimler arasında sağlıklı ve iyi bir bağ kuran Deniz Baykal gibi ılımlı bir liderin nasıl profesyonel bir operasyonla CHP’nin başından uçurulduğu anlaşılabilecektir.

İmajın ve pazarlamanın en önemli faktör olduğu günümüzde liderlerin fiziksel yapıları, karakterleri ve aile yaşantıları bir milletin ve dinin temsili açısından da büyük önem kazanmaktadır. Örnek aile hayatıyla bilinen ve dünyada sol çevrelerde bir dönem hayranlık uyandıran Tony Blair’in sonradan Katolik olarak şimdi Afrika’da Katoliklik propagandası yapması işte bu kontekste anlam kazanır. Bu nedenle Türkiye’de son yıllarda Batılı egemen güçlerin desteklediği siyasi liderlerin önemli bir görevlerinin de İslamiyet’in kötü algılanması ve dolayısıyla yayılmasının engellenmesi olduğuna inanıyorum. Zira demokrasi ve özgürlük fikrinin bu açıdan en geri kalmış olan Orta Doğu’da bile yayıldığı günümüz dünyasında, henüz bir dine aidiyet hissetmeyen kesimlere özellikle de gençlere otoriter eğilimli sert liderlerin cazip gelebileceğine hiç ihtimal vermiyorum. Bu tarz eğilimler Orta Doğu coğrafyasında yaşayan ve zaten Müslüman olan Araplar, Kürtler ve Türkler üzerinde etkili olabiliyorken, İslamiyet’in açılacağı yeni coğrafyalarda ulaşmak isteyeceği toplumlar içinse bence olumsuz bir faktör olacaktır. Bu nedenle Başbakan Erdoğan sonrası Türkiye’deki muhafazakâr kesim için yeni bir lider arayışı yapılırsa, bu imaj faktörünün de hesaba katılması gerektiğini ve yüzü gülen, demokrat ruhlu ve “modern Müslüman” imajını destekleyen bir liderin desteklenmesinin doğru olacağını düşünüyorum.  

Dr. Ozan ÖRMECİ

Hiç yorum yok: