31 Ocak 2012 Salı

Türkiye'de Hiçbir Başarı Cezasız Kalmaz


Türk aydınının 300-400 yıldır kendisine sorduğu soru aslında pek değişmedi; “Neden Avrupalılar gibi gelişemiyoruz, neden onlar gibi olamıyoruz?”… Bu sorunun cevabını Osmanlı-Türk aydınları öncelikle kısmen doğru olarak ordunun niteliğinde, daha sonra isabetli bir saptamayla anayasa eksikliğinde ve yönetimin şeklinde, fakat aynı anda abartılı bir dozda kültürel düzlemde, bir dönem alternatif ve devletçi ekonomik kalkınma yollarında, daha sonraları serbest piyasa ekonomisinde, son olarak da dış politika bağlamında Türkiye’nin Batı ittifakı (NATO) ve Avrupa Birliği’ne tam üyelik sürecinde aradılar. Ben ise bu cevapların bir bölümünün geçerli ve doğru olduğunu görmekle birlikte gelişemememiz bağlamında en önemli etkenin ülke içerisindeki zayıf sosyal sermayemiz ve insani zaaflarımız olduğunu düşünüyorum.


Çalıştığımız kurumlara, çevremize hatta en üst düzey devlet kurumlarına bir bakalım… Hayati görevlerde bulunan, en önemli kurumları idare eden, topluma yön vermesi ve kanaat önderi olması beklenen insanlar bilgi birikimleri, çalışma azimleri ve doğruluk-dürüstlükleriyle gerçekten bulundukları mevkileri hak ediyorlar mı? Neden Cumhuriyet tarihi boyunca siyasi görüşe, cemaat kardeşliğine, inanca-mezhebe, etnik kökene, hemşeriliğe, tanıdıklığa hep prim vermişiz de bir kere olsun liyakatin önemi ve ancak bu şekilde devletin gelişebileceği yöneticilerimizin aklına gelmemiş? Açık söyleyelim; içlerinde başka meslekler yapmak hayali olan mutsuz insanların ülkesidir Türkiye. Çocukluğundan beri tanıdığım bir arkadaşım hayatı boyunca ressam olmak istemiştir. Gerçekten bu konuda da ciddi yeteneği vardır. Ama ne olur? Sistemin gereği üniversite sınavına girer ve ailesinin de yönlendirmesiyle mesleksiz kalmamak adına her yıl yüz binlerce mezun ve on binlerce işsiz yaratan İktisadi İdari Bilimler Fakültelerinin birinde İktisat bölümünü okur. Şimdi o arkadaşım bankacı, çoluk-çocuk sahibi ve ben onu her gördüğümde harcanmış resim yeteneği aklıma geliyor. Belki bir Picasso olamayacaktı ama kendi hayallerinin peşinden koşabilecek, daha mutlu bir hayatı olabilecekti… Sadece bununla kalsa iyi; hasbelkader, kazara bu kötü sistemden başarılı ve dünya çapında yeteneği olan bir birey, bir meslek sahibi ürettik diyelim, onu harcamak için neler yapmayız? Atalarımız boşuna dememiş “Meyve veren ağaç taşlanır” diye. Hemen kıskançlık su yüzüne çıkar. Serbest piyasa ekonomisini hayata geçirmişiz ama medeni bir şekilde rekabet etmeyi hala öğrenememişiz. Rekabet ettikleri başlar önce ayağından çekmeye, sonra diğer başarısız ve vasıfsızlar da onlara katılırlar. Sonunda başarılarıyla ön plana çıkan bir insana toplumca cinnet yaşatıp onu ya yurtdışına kaçırtır, ya da kendi köşesine çekilmeye zorlarız. Arda Turan’ın başına gelenleri hatırlayın. Herhalde Türkiye’de kalsa çocuk cinnet geçirebilirdi, çareyi İspanya’ya gitmekte buldu. Oysa ligimizde heyecan veren ender Türk futbolculardan biri ve milli maçlarda takımımızın en büyük kozuydu. Yine de yaranamadı… Neden? Çünkü sosyal sermayemiz zayıf ve biz başarılı olanı sevmiyoruz. Bizden iyisi gelsin, ülke adına güzel işler yapılsın istemiyoruz. Bu Türklerin Orta Asya’dan getirdikleri bir milli karakteristik midir, ata sporu mudur, ya da eğitim sistemimiz mi bunu üretiyor bilemiyorum ama 30 yıllık hayat, 3 yıllık devlet üniversitesi tecrübem sonrası şunu rahatlıkla söyleyebiliyorum; “Türkiye’de hiçbir başarı cezasız kalmaz”…


Şimdilerde yabancı basın şişirmeleri ve sanal ekonomi rakamlarına dayalı içi boş bir özgüvenle unuttuğumuzu sandığımız ancak kısa sürede yeniden akıllarımızı ele geçirecek olan “Neden geri kaldık” sorusunun cevabını önce burada aramalıyız. Benden söylemesi…


Dr. Ozan Örmeci



Hiç yorum yok: